Haberin Devamı
Henüz yazdan vazgeçmeyenlerdenim…
Şehre inen eylüle aldırmadan deniz kenarlarında güneşe tutunanlardanım…
Sonbahar geldiğine inanmayanlardanım. Biraz da mecburen öyleyim sanki…
Sanki yazın bittiğine inanırsam, savaşın da çıkacağına daha çok inanacağım gibi geliyor… Saçma ama öyle.
Güneşin ve denizin ne kadar ucunu tutarsam hayatın gerçeklerinden o kadar korunabilecekmişim gibi…
Sabah yürüyüşlerinde artık üşüyorum biraz gerçi ama güneş hala çok sıcak olduğum yerde.
Yaz hiç bitmesin istiyorum…
Bildiğim her şeyi unutmak istiyorum.
İnsan nasıl donar biliyor musunuz, dayanılmaz bir uyku isteğiyle kendinden geçerek… Vücudunuzun en uç noktalarından, parmaklarınızdan, ellerinizden başlayan donma ilerledikçe uykunun çekiciliği artar ve insan öleceğini bile bile kendini uykunun içine bırakır…
O anda uyumak yaşamaktan daha güzel gelir insana.
Ben de biraz öyleyim bugünlerde…
Kendimi derin bir uykuya bırakır gibi Türkiye gündeminden kaçmak istiyorum.
Bilmiyorum belki siz de benim gibisinizdir…
Ülke gerçeklerini en fazla bilmemiz gereken günlerde artık hiç takatiniz kalmadı belki de…
Olimpiyat 2020 seçimlerini neden kaybettik diye yazmayı düşünürken yoruldum dün sabah klavyenin başında.
Değil ki Suriye’yi, Kürtleri, ekonomik krizi, baskıyı, ODTÜ’lü gençleri yazayım.
Dünyanın en eski kültürlerinin iç içe geçtiği toprakların sahibi, büyük bir imparatorluğun mirasçısı, geleceği çok parlak olabilecek bir toplumun çocuklarıyız oysa…
İnsanı yaşamaktan daha fazla hiçbir şeyin heyecanlandıramayacağı bir coğrafyadayız… Ve uyuyarak ölmeyi göze alıyoruz.
Daha da kötüsü kimsenin çıkıp “haksızsın, uyduruyorsun” diyebileceği bir durum yok…
Her şeyiyle insanı yoran, tüketen, yok eden bir ülke oldu Türkiye.
Kimle konuşsam “kaçmak istiyorum buralardan” diyor.
Geçen gün mail atmış bir okuyucu, ‘bizi bekleyen sefil geleceğe razı mı olacağız’ diye sormuş…
Düşündüm bunu okuduğumda, gerçekten şu an bulunduğumuz yer parıltılı bir geçmişle, ışıklı bir gelecek arasında bulunması gereken yer mi diye…
Cevap “hayır”, değil mi?
Bugün içinde yaşadığımız şartlar ne geçmişe uyuyor, ne de bizi beklemesi gereken o parlak geleceğe.
Hadi düşünelim…
Hiçbir umutsuzluğa, karamsarlığa kapılmadan, ümitsizliğe düşmeden yaşadıklarımızı gözden geçirelim, bakalım nedir durumumuz;
Bugün gereksiz yere bir savaşın içine sürüklenmek üzereyiz, devlet neredeyse vatandaşına sırtını tamamıyla dönmüş, işçiler ölüyor, öğrenciler dövülüyor, gençler öldürülüyor, eğitim tümüyle tökezlemiş, geniş bir kesimde parasızlık açlık sınıra dayanmış, hukuk, adalet, insan hakları hayatlarımızdan silinmiş, özgürlükler unutulmuş, yaşam haklarımız elden alınmış durumdayız.
Bunu devam ettirdiğimiz taktirde bizi gerçekten sefil bir gelecek bekliyor büyük olasılıkla.
Benim ümitsizliğim, bizi bırakmaya hazırlanan güneşe tutunmaya çalışmam, hepimizin kaçma isteği gerçek ne yazık ki...
Size de öyle gelmiyor mu?
Düzelsin istiyoruz artık bir şeyler.
Hakkımızı almak istiyoruz.
Güzel sabahlara uyanmak, sonbaharlardan korkmamak, kaçmakla dövüşmek dışında başka seçeneklere sahip olmak, isteğimiz gibi yaşamak, yaşama hakkımız için dilenmemek istiyoruz.
Hiç olmazsa Olimpiyat gibi evrensel bir olayda kaybettiğimizde birlikte üzüleceğimiz, kazandığımızda birlikte sevineceğimiz günleri özledim, karşılıklı tırmanan bu nefret, bu düşmanlık, bu keskin bölünme yordu, bitirdi bu ülkeyi…