Bize bu etleri yedirdiler mi gerçekten

Haberin Devamı

Bu ülkede birilerinin doğruyu yapması için, belki önce bir başkasının bunu yapıp ona göstermesi gerekiyor.

Kimse doğruyu yapmayınca “kimse” de doğruyu yapmıyor.

Sanki doğru olanı yapmak, başkaları da bunu yapmayacaksa yanlışı yapmak gibi geliyor insanlara.

Çocukken “Bu kadar çok bakanlık ne işe yarıyor?” diye sorardım. Bana göre hepsine yetecek kadar iş yoktu.

Büyüdükçe şunu düşündüm:

“Bakanlıklar bakanlığı” bile olmalı...

Mesela Taraf Gazetesi Ekonomi Müdürü’nün bulup çıkartığı “12 ton bakterili hamburger eti kayıp” skandalı günlerdir bir açıklığa kavuşmadı.

Etler hâlâ kayıp, ne olduğu bilinmiyor.

Tarım Bakanı Mehdi Eker “Elimizden geleni yapıyoruz” demiş. Ve eklemiş:

“6 ay önce bir şikayet üzerine yaptığımız denetim sonucu ortaya çıkardık.”

Eee, bunu bize neden haber vermediniz?

Bakterili etler tespit edildiği anda neden markalara yönelik bir hareket başlatmadınız?

Bakanlık eli kolu bağlı, bekliyor...

Neden?

160 bin porsiyon hastalıklı hamburger eti, kayıp...

Herkes “Ben ötekine verdim” gibi başkalarının hayatlarına aldırmaz bir kurnazlıkla kurtulmaya çalışıyor bu işten.

Başka kimselerin hayatını önemsemiyoruz, “Sadece benim hayatım önemli” diyoruz...

Anlaşılan...

Şimdi Tarım Bakanı’nın ve Burger King hamburgerlerinin hazırlanmasında payı olan herkesin, onurlu bir şekilde gerçekleri anlatması, kendisi dışında da başkalarına da önem verdiğini gösterebilmesi için, yolu açacak cesur birini arıyoruz.

Bu ülkede biri “Halka zehirli et yediriyorlar” deme cesaretini göstermeli.

Sanırım ondan sonra da “zehirli gıda” konusunda gerçeklerin yolu açılır...

Açılır da...

Bize bu etleri yedirdiler mi gerçekten!

***


Laiklik tehlikede değil...Peki laik miyiz?

Cesur, mert, kahraman, yurtsever bir Türk vatandaşı eğer Katolik dinini kendine din olarak seçerse...

Bu Katolik Türk vatandaşı, Türk ordusunda subay olabilir mi?

Peki, Protestan bir Türk vatandaşı Türk okullarında öğretmenlik yapabilir mi?

Ya da bir Gregoryen Türk vatandaşı vali tayin edilebilir mi?

Bir Ermeni ya da Alevi Türk vatandaşı Diyanet İşleri’nde çalışabilir mi?

Hepimiz biliyoruz ki, bunların cevapları hayır...

Türk devletinin çarkları arasında görev yapabilmek için Türk vatandaşı olmak yetmez, ayrıca Müslüman da olman gerekir...

Peki hani Türkiye laikti?

Aslında yazıya, “Türkiye’de laiklik tartışması bitti, ne güzel” diye başlayacaktım.

Kılıçdaroğlu da söylemiş, “Laiklik tehlikede değildir” demiş.

Doğru söylemiş aslında.

Laik olmayı tehdit eden bir tehlike yok.

Ama “Laik miyiz?” derseniz. Durum değişir.

Bu arada hep karışan bir durumdur, bireyler laik olmaz, devlet laik olur..

Yani eğer bir grup Türk vatandaşı “Türkiye laik olmasın burada şeriat kuralım” derse bu, Türk devletinin laikliğini bozmaz.

Ama Türk devleti fiilen dine müdahale ederse devletin ‘laikliği’ bozulur.

Hürriyet gazetesinde okudum.

Gizli Ermeniler birer birer kimliklerini açıklıyorlarmış.

Onlarca yıl Müslüman gibi yaşayıp, şimdi hissettikleri özgürlükle Hıristiyan olduklarını açıklıyorlarmış, kimliklerini değiştiriyorlarmış.

“Baskıyla ve korkuyla dinlerini değiştirmek zorunda kalmış büyüklerimiz, gerçeği çocuklarından bile sakladılar yıllarca. Kimileri ancak ölüm döşeğinde açıklamış gerçekleri. Ancak artık uyanış başladı” diye açıklama yapmışlar.

Türk vatandaşları her türlü inanç ve düşündüklerini söylemekte özgür olmalı.

Dini ne olursa olsun istediği yerde çalışabilmeli. Şimdilerde biraz da olsa özgürüz sanırım. Daha da olmalıyız.

Artık bir laiklik tartışması yok.Laiklik tehlikede de değil...

Ne güzel...

Ama laik miyiz? Hâlâ bilemiyorum...

Devlet dine karışmamalı...

Din de devlete karışmamalı...

Diyanet İşleri Başkanlığı orada duruyor...

Durdukça da... Benim kafam karışıyor...

***


filmekimi

Dokuz yıl olmuş başlayalı..

Filmekimi..

Gerçekten inanmakta zorlandım...

“Festival filmlerini seyredebileceğiz, hem de sinemalarda” diye ne kadar heyecanlandığımı hatırlıyorum. Filmekimi 2010, bu sene 8-14 Ekim tarihlerinde yapılıyor.

2009’da 43.000 izleyici ile rekor kıran Filmekimi Cannes, Berlin, Sundance, Venedik gibi dünyanın belli başlı festivallerinde gösterilen, çok ses getiren ödüllü filmleri,usta yönetmenlerin son filmlerini sinemaseverlerle buluşturacak yine..

Sekiz yıl boyunca Beyoğlu Emek Sineması’nda yapılıyordu. Bu yıl Emek Sineması olmadığı için Atlas ve Beyoğlu sinemalarında, Cinebonus Maçka G-mall Sineması’nda olacak.

31 film var. Seçip yapmak zor olacak.

Film severlere, sinema dünyasını takip edenlere sordum...Hangilerini kaçırmayalım diye... İşte benim listem:

- New York I love you...11 yönetmen 11 farklı hikâye var. Fatih Akın ve Uğur Yüceli görmek lazım.

- Somewhere... Sofia Coppola...Ünlü yönetmen Quentin Tarantino’nun “Filmin sanatsal kalitesi bizleri büyüledi.” ifadesiyle açıkladığı filmin senaryosu da Coppola’ya aitmiş.

- Of Gods and Men... Xavier Beauvois... Bu yıl Cannes’da Büyük Ödül’ü kazanan Fransız yönetmen Xavier Beauvois’nın son filmi.

- Certified Copy... Abbas Kiarostami... İran Yeni Dalgası’nın önde gelen isimlerinden....Juliette Binoche bu filmdeki performansıyla Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü aldı.

- The Town... Ben Affleck... Affleck’in 2007 yapımı Gone Baby Gone’ın ardından ikinci yönetmenlik denemesi bu.

***


Spor aslında düşmanlıktır

Sporla ilgili en manasız klişelerden biri “Spor, dostluk ve kardeşliktir” sözü galiba...

F.Bahçe-Beşiktaş derbisinden iki gün sonra Zeynep Sever’le evlenen F.Bahçe kalecisi Volkan’ın düğünündeki “ilişkiler” dikkat çekiciydi benim için.

Aziz Yıldırım, Ali Şen’le küs... Onunla aynı masaya oturmak istemeyecek, hatta aynı yerde olmak istemeyecek kadar gergin... Ali Şen düğüne bile gelemiyor...

G.Saraylı milli futbolcular Ayhan, Gökhan Zan, Sabri ve Hakan Balta ise davetli oldukları halde düğünü boykot ediyorlar...

Onların adına kaptan Arda düğüne gidip “Geçen sene Sabri evlendiğinde hiçbir F.Bahçeli gelmemişti. Bu sefer de bizimkiler size tavır koydu” diyor...

Bu arada düğüne katılan iki G.Saraylı futbolcudan Arda ile Servet, düğünde ayrı ayrı masalarda oturuyor... Arda, G.Saray adına ayrılan 10 kişilik masada sevgilisi Sinem’le birlikte... Servet ise yönetime muhalif Bülent Korkmaz, Hasan Şaş’lar ile aynı masada oturuyor.

Sebebini sordum, meğer Arda ile Servet’in de arası bozukmuş...

Çok iyi biliyorum, Adnan Polat ile Faruk Süren de ne aynı masada ne aynı salonda olmak isterler birbirleriyle.

Başka bir düğünde görüp, çok şaşırmıştım, 85 yaşındaki Süleyman Seba, Yıldırım Demirören geldiği için düğünden kalkıp gitmeye kalkmıştı... Neyi paylaşamadıkları, kimin haklı olduğu bir yana...

Koca koca adamlar, aklı başında futbolcular, bırakın rakiplerini, kendi takımlarındaki, kulüplerindeki dostlarıyla bu kadar kanlı bıçaklı duruma düştüyse... Spordaki dostluk ve kardeşlikten söz etmenin manası var mı?

Bence yok...Kapatalım bu bahsi...

DİĞER YENİ YAZILAR