Dün gazetelerde Rakel Dink’in Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Barışı Kurma Konferansı’nda yaptığı o iç acıtıcı konuşmayı okudum.
Ayrımcı ve ırkçı söylemlerin devam ettiğini söyleyen Rakel Dink, “Kürtçe dilim hala siyasi yasaklı, Hıristiyan olmam ayrı bir problem bu ülkede” demiş.
Konuşmanın bir yerinde de “Milli Eğitim Bakanlığı bu sene ilköğretim için Ermenice kitap bastı ancak orada bile Ali topu Agop’a atamadı” demiş ve eklemiş: “Kendimizle ilgili gerçeklerle alçakgönüllü bir şekilde yüzleşmekten korkuyoruz. Acı verici ve korkutucu da olsa değişim olmadan olgunlaşma olmaz.”
Konuşmanın her satırı insanın içine işleyen bir samimiyet ve dürüstlükle anlatıyordu bu ülkenin yaralarını...
Aslında geçmişinde yaraları, yalanları, acıları olmayan bir toplum yok neredeyse dünya üzerinde. Ama Türkiye, Rakel Dink’in de dediği gibi bunlarla yüzleşmekten korktuğu için, hala o acıların ve yalanların gölgesinde büyütüyor çocuklarını...
O çocuklardan da katiller çıkıyor; sonra acılar, yalanlar, kanlar durmuyor.
Sırf bu yüzden Türkiye ‘sanık sandalyesi’nde oturmayı hak ediyor doğrusu.
Türkiye geçmişiyle, hatta bugünüyle o sandalyede oturmaya mahkum.
Bizi yargılayacak olanların, Amerikalılar’ın, Avrupalılar’ın tarihlerine bakınca da Rakel Dink’e bir kez daha hak veriyorsunuz.
* Amerikalılar; binlerce Kızılderili’yi kesip topraklarına el koymuş. Yıllarca derileri siyah diye milyonlarca insanı ezip, öldürüp, yok etmiş.
* Almanlar; 6 milyon Yahudi’yi fırınlarda yakmış.
* Fransızlar; Cezayirliler‘i insafsızca öldürmüş.
* Belçikalılar; Kongolular’ı işkencelerle parçalamış.
* İtalyanlar; Habeşler’i kırıp geçirmiş.
* Ruslar; Yahudi gettolarında ‘programlar’ düzenlemiş.
Hiçbir ülkenin eli temiz değil...
Ama sanık sandalyesinde bugün bir tek biz varız.
Bizim tarihimiz de kanlı. Biz de çok kıyımlar yapmışız. Ama herkes yapmış, biz niye diğerlerinden daha suçluyuz?
Bizim daima sanık sandalyesinde oturmamızda yalnızca yabancıların suçlu olduğunu söylemek biraz kolaycılık olur.
Yabancılar bizi yargılamaktan kendileri için bir çıkar umabilirler ama bu kadar da ‘yargılanabilir’ olmamızda bizim rolümüz de çok büyük.
Tarihi kanla dolu olan öbür uluslara bakın... Hepsi tarihiyle hesaplaşmış.
Kendi yaptığını kendisi açığa çıkarıp suçlamış. Yapılan kıyımları, haksızlıkları kınayan filmleri, kitapları, piyesleri, tarih araştırmalarını yine kendileri ortaya koymuş.
Biz ise ne geçmişimizle, ne bugünümüzle hesaplaşabiliyoruz.
Rakel Dink’in de dediği gibi “Kendimize sunduğumuz yalanlarla günden güne maalesef kendimizi de, etrafımızı da zehirliyoruz.”
Yaptıklarımızı bir sır gibi kendi halkımızdan bile saklamışız. Bu konularda tek bir eser bile yazılmasına izin vermemişiz.
Her gün televizyonlardan ‘sözde Ermeni soykırımı’ diye bir laf duyuyoruz.
Nedir bu sözde Ermeni soykırımı, hiçbirimiz bilmiyoruz.
Ne olmuş, Ermeniler’i kesmiş miyiz, yoksa onlar bize saldırmış da karşılıklı vahşetler mi yaşanmış?
Hiçbir Türk bunu doğru dürüst bilmiyor.
Bunu okullarımızda okumadık ki...
Kitabını yazmadık, filmini yapmadık, araştırılmasına izin vermedik.
Biz kendi geçmişimizi yargılamaktan korktuğumuz için, bizim geçmişimizi her zaman başkaları yargılıyor, yargılayacak.
Ve biz de hep suçlu çıkma korkusu içinde yaşayıp, bunu yapana kızıp duracağız.
Bugün bile, ucuna geldiğimiz pek çok olayın çözülmesine izin vermiyoruz, kendi suçlarımızı kurnazca saklamaya çalışıyoruz.
Yine Rakel Dink’in dediği gibi “Hayata Dönüş” operasyonu gün gibi ortada...
Hala elleri kanlı adamlar dokunulmazlığını koruyor.
Dünya bizi yargılıyor, biz kendimiz yargılamasak da...
Bizi yargılayanların elleri bizden daha temiz değil...
Ama bizi ellerimiz kirli diye değil, ellerimizi yıkamak istemediğimiz, gerçekleri sakladığımız, kanların üstünü örtmeye çalıştığımız için yargılıyor dünya...
Yaptıklarımızın hesabını başkalarının sormasını mı istemiyorsunuz?
O zaman yaptıklarımızın hesabını siz sorun, bunu başkasına bırakmayın.
Çünkü, bunların hesabını biri mutlaka sormak zorunda.
Mungan’ın sırrı
Murathan Mungan‘ın yeni romanı çıktı, Şairin Romanı... Ayşe Arman‘ın röportajında okudum, 592 sayfa boyunca -kitap 592 sayfaymış- dilimizde çok kullanılan bir kelimeyi hiç kullanmamış. “Tıpkı George Perec’in bir kitap boyunca e harfini kullanmadığı gibi” demiş Mungan. Sadece bir tek yerde o kelime geçiyormuş. Onu da bilerek bırakmış, gerisini ayıklamış. Sözcük anlamı dışında yan anlamlarıyla da çok kullanılan bir sözcükmüş. Sanırım buldum o kelimeyi... Şiir...
12 Eylül’ün evlatları
12 Eylül Referandumu’ndan 7 ay sonra, 12 Haziran seçimlerine 2 ay kala, 12 Eylül 1980 darbesinin mimarlarının yargılanması için özel yetkili Ankara Cumhuriyet Savcısı Murat Demir darbenin planı olan Bayrak Harekat Planı’nı istemiş.
Darbenin mimarları...
Kim bunlar?
Kenan Evren, Tahsin Şahinkaya... Hadi biraz daha ilgiliyseniz Sedat Celasun, Nurettin Ersin... Hepsini biliyorsanız bir de Nejat Tümer dersiniz belki...
Haydar Saltuk çok yakın zamanda vefat etti ve “Bayrak Harekat Planı’nı hazırlayan oydu” haberleri çıktığı için, bu ismi de hatırlarsınız.
Ama o kadar...
1980’de “Hükümette, MİT’te, Emniyet’te kimler vardı?” deseler çoğumuz bilmeyiz ya da hatırlamayız.
Hapishanelerde yetkili askerler kimler, ölüm emirleri verenlerin isimleri ne?
Bunları zaten hiç duymadık.
Benzer bir listeyi Radikal’de okudum, tanıdık isimlere rastladım...
* 1. Ordu Komutanı Doğan Güreş‘miş.
* 1980’de MİT Kaçakçılık Daire Başkanı Mehmet Eymür’müş.
* Korkut Eken, Eymür’ün yardımcısıymış.
* MİT müşteşarları Fuat Doğu ve Teoman Koman’mış.
* Mehmet Ağar İstanbul’da Emniyet Müdür Yardımcısı’ymış.
* Şükrü Balcı İstanbul Emniyet Müdürü’ymüş.
* Ünal Erkan Ankara Emniyet Müdürü’ymüş.
* Savunma Bakanı Vecdi Gönül İzmir Valisi’ymiş.
* Hayri Kozakçıoğlu Adana Valisi’ymiş.