Pazartesi 21 Mart.
Baharın başladığı... Doğanın uyandığı gün.
Goggle’da 21 Mart için şunları yazıyor: “Güneş ışınları öğle vakti Ekvator’a 90olik açı ile düşer. Gölge boyu Ekvator’da sıfırdır. Güneş ışınları bu tarihten itibaren Kuzey Yarım Küre’ye dik düşmeye başlar.
Bu tarihten itibaren Güney Yarım Küre’de geceler, gündüzlerden uzun olmaya başlar, Kuzey Yarım Küre’de ise tam tersi olur.
Bu tarih Güney Yarım Küre’de Sonbahar, Kuzey Yarım Küre’de İlkbahar başlangıcıdır.
Aydınlanma çemberi kutup noktalarına teğet geçer. Bu tarihte güneş her iki kutup noktasında da görülür.
Dünya’da gece ve gündüz süreleri birbirine eşit olur. Bu tarih Güney Kutup Noktası’nda 6 aylık gecenin, Kuzey Kutup Noktası’nda ise 6 aylık gündüzün başlangıcıdır.”
Öylesine, aldırmadan içinden geçip gittiğimiz günün, doğadaki manası insanı bu aldırmazlığından utandıracak kadar büyük, değil mi?
Alexander Dumas’ın sevdiğim bir sözü var; ‘Çiçeği sevmeyen Tanrı’yı da küçümser.’
Çiçekleri çok severim... Tanrı’nın görebildiğim parçaları olduğuna inanırım.
Yakında erguvanlar açacak... Şehrin her yeri eflatunun tonlarına bürünecek.
Ardından manolyalar çiçeklenecek..
Erken açarlarsa mayısta ama genellikle haziran ayının ortalarında olur bu aslında.
Ama bu sene şaşırtacak şekilde, manolyalar aniden çiçek açmış.
Bugün Mart’ın 20’si ama manolyalar öyle söylemiyor.
İstanbul’da olanlar belki görmüşlerdir, Bebek Yokuşu’ndaki o görkemli büyük manolya ağacı çiçeklenmiş zamansız.
Manolyalar açtı mı ardından kiraz dallarında henüz kızarmamış pembemsi minik meyveler belirir.
Hayatı doğadan takip etmek zevklidir.
Bırakın insanları, bırakın o insanların sığ fikirlerini, bırakın o fikirlerin tatsız kavgalarını, doğaya bakın...
Bu sene manolyalar erken çiçek açmış.
Mart sabahının mucizesi gibi.
Manolyaların o etkileyici çiçekleri var ya, çok güzel kokarlar. Ama koklarken nefesinizi verirseniz hemen solar ve kararırlar.
Bahar başlıyor Pazartesi...
Nevruz kutlamaları nasıl geçecek endişesi var herkeste?
Bebek Yokuşu’nda zamansız açmış manolya...
Dokunursan kararan çiçek...
Soldurmadan sevmek, karartmadan yaşamak gerek...
Bu filmi seyredelim
Press diye bir film duydunuz mu? Ben duydum henüz seyretmedim ama seyredeceğim... Senaryosunu ve yönetmenliğini Sedat Yılmaz yapmış. Hikayesi gerçek kişilere ve olaylara dayanıyormuş. ‘Gerilim, kuşku, aksiyon, mizah, siyaset ne ararsanız içinde olan iyi bir drama’ diyor seyredenler. 90’lı yılların başında Özgür Gündem’i çıkaranların hikayesi. Korkmayın, siyasal provakosyon hiç yokmuş bu filmde.
Özgür Gündem’i hayatları pahasına çıkartmaya çalışan gazetecilerin öyküsü. Gazetecilerin düşünce özgürlüğünün tartışıldığı şu günlerde Kürt gazeteciler 90’lı yıllarda ne yaşamıştı diye merak ediyorsak bu filmi izlemeliyiz... Sinema eleştirmeni Alin Taşcıyan “dialogları doğal ve akıcı. Oyuncuların performanslarına da diyecek yok“ demiş bu film için. Bence bu filmi Ahmet Şık da severdi...
Deprem mi tehlikeli nükleer santral mi, ne dersiniz
Önce Japonya’da 8.9 şiddetinde deprem oldu...Tek bir bina bile yıkılmadı, bir tek kişi ölmedi.
Biz, beklenen o büyük İstanbul depremini konuşacaktık ki Japonya’da tsunami oldu bu sefer, on binlerce insan kayboldu, yaşamlarını yitirdi.
Tam, bizim ülkemizde de tsunami olur mu, o şiddette deprem olursa bizde kaç kişi ölür, ne yapmamız gerekiri tartışacaktık, bu sefer de Japonya’da Fukuşima Nükleer Santrali’ndeki patlama ve sızıntı tehlikesi ortaya çıktı ve tüm gündem nükleer santral tartışmalarına odaklandı.
Deprem unutuldu, yapılacaklar, yapılması gerekenler bir dahaki depreme kadar ne yazık ki rafa kalktı.
Sanmayın ki, nükleer santral tehlikelerini anlamıyor, önemsiz buluyor ya da tartışılmasın diyorum.
Tehlikeler arasında seçim yaparak, depremi unutup sadece nükleer santrali öne çıkararak büyük kavgalara girişen insanları anlamıyorum.
Depremi doğa yapıyor santrali Ak Parti yapıyor derseniz... Evet buradan size bir kavga çıkar ama bunun kimseye bir faydası olur mu... Sanmıyorum...
Size küçük bir sır vereyim, bu tehlikelerin hepsi öldürüyor, hiç ayırım yapmadan üstelik...
Depremi unutmayalım istiyorum o kadar.
Gelelim nükleer santral gündemine.
Nükleer enerji santralleri yapımına karşı çıkanların sayısı giderek artıyor.
Güvenliği eksik ya da yüksek kalitede yapılmazsa büyük tehlikeler yaratabilecek bir proje bu, haklılar.
Enerji Bakanı Taner Yıldız, “Gelişen Türkiye’nin 2023 enerji ihtiyaçlarını karşılamak için mevcut kaynaklar yeterli değil. Nükleer enerji olmazsa herşey bitmez ama büyüme hedeflerimiz nükleere ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Dünyada 442 nükleer santral var. Bunların yarısı ABD, Fransa ve Japonya’da. Halen dünyada 65 santral inşaat halinde. Ekonomisi dünya ortalamasının üzerinde büyüyen Türkiye bunun dışında kalamaz” demiş.
60 yıllık bir geçmişi varmış bu santrallerin insanlık yararına kullanılmasının... Üç tehlikeli kaza olmuş şimdiye kadar.
Bunlardan biri Çernobil... Yani sonuçlarına baktığında üç hiç de az bir rakam değil...
Bir de nükleer atık sorunu var.
Nükleer atığa yer bulamadığı için İtalya nükleer santral yapmıyormuş.
Peki bizde var mı diye soruyorsunuz? Henüz bu sorunun çözümü belli değilmiş. Tam Türklere uygun proje yönetimi gerçekten!
Ama bu santraller elektrik üretiyor. En temiz ve en ucuz enerji kaynakları.
Bu da bir ülke için ve o ülkede yaşayanlar için küçümsenemeyecek bir ekonomik katkı.
Tüm güvenlik önlemleri alındığında çok da karşı çıkılmayacak projeler gibi aslında.
İnsanın kafası karışıyor biraz.
Yararı da var telikesi de...
Hemen kızmayın... Yazarak düşünüyorum...
Tümden karşı çıkmaktansa kurulum, işlemesi, atık imhası gibi konularda kalite ve güvenliğin ön plâna çıkması için durumu tartışsak..
Tıpkı deprem önlemlerine ihtiyacımız olduğu tartışmamız gerektiği gibi...
Hepimize daha faydalı olur sanki...
Tabi amaç ‘üzüm yemekse’, yoksa ‘bağcıyı dövmek isteyenlere’ bir lafım yok.
Mehmet Torun ve Emre Arolat
Geçen Yıl, prestijli Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü İpekyol Tekstil Fabrikası projesiyle alan mimar Emre Arolat, şu sıralar Galatasaray’ın efsane stadı Ali Sami Yen’in yerine yapılacak rezidans projesini hazırlıyormuş.
Temmuz’da 417 milyon TL’ye Ali Sami Yen Stadyumu ihalesini kazanan ve proje için ortak arayan Aşçıoğlu, Torunlar Gıda Sanayi ve Kapıcıoğlu İnşaat’la anlaşmıştı.
Geçen gün Torunlar Şirketi’nin sahibi Mehmet Torun bir televizyon kanalında bunu anlatıyordu.
Mehmet Torun’un ağabeyi ve ortağı Aziz Torun Tayyip Erdoğan’ın Fatih İmam Hatip’ten arkadaşıymış,dostlukları devam ediyormuş ve şu son dönemlerde sık sık kazandıkları ihalelerin nedeni bu ilişkiye bağlanıyormuş, sanırım bunlara bir cevap vermek için çıkmıştı televizyona ama ben hepsini seyredemedim.
Ali Sami Yen projesini mimar Emre Arolat’ın yapması ilgimi çekti benim.
Projenin adı Selenium olacakmış. Aşçıoğlu, Ali Sami Yen projesine yine- Selenium ismini vereceklerini açıklamış.
Toplam 3 binadan oluşacak projede Versace’nin Ürdün’de isim hakkına sahip olan bir grup ‘Binayı bize verin Versace adıyla işletelim’ önerisinde bulunmuş. Görüşmeler sürüyormuş.
Evlerin satışları da Mayıs’ta başlayacakmış.
Bu arada, babalarının önce bir handa çay ocağı ardından bir bakkalı olan, sonra şeker işine girerek büyüyen Mehmet Aziz Torun kardeşler 425’er milyon dolarlık servetleriyle Forbes’ın en zengin 100 türk listesinde
100‘üncü sıradalarmış.
Bir de mimar Emre Arolat’ın Tophane-i amiredeki Moment adlı sergisi 31 Mart’a kadar uzatılmış. Hangisi ilginizi çekerse...