Bir kitap uğruna ya Rab, ne davalar batıyor?

Haberin Devamı

Son birkaç gündür, konuştuğum herkes kızgın, herkes üzgün, herkes cevabı belli olmayan sorularıyla çaresiz, ne olduğunu anlamaya çalışıyor.

Ahmet Şık’ın basılmamış kitabı toplatılınca sanki kafa karışıklığında son noktaya da gelindi. Doğruların yanlışların iç içe geçtiği, esas doğrunun nerede olduğunun kaybolduğu, tuhaf, yorucu, karanlık bir tünelde gibiyiz ne zamandır.

Bülent Arınç’ın, “Henüz basılmamış bir ürüne el konulmasını fevkalâde üzücü buluyorum” demesi...

Cengiz Çandar’ın köşesinde “Eğer komplo teorilerine göre kafamı çalıştıran biri olsaydım, polislerin Radikal’e gelip Ertuğrul Mavioğlu’nun bilgisayarında Ahmet Şık’ın
kitabının kopyasını silmesini Ergenekon’un marifeti olarak yorumlardım” diye yazması...

Birbirinden farklarını en az 50 madde ile anlatabileceğimiz Ahmet Hakan’la Ahmet Altan’ın, Ahmet Şık’ın kitabı için benzer öneriyi getirip “Birleşip yayınlayalım” demeleri...

Bu, “Kelimelerin kifayetsiz kaldığı” yer işte!
Bir çocuğun bile içindeki yanlışları çok hızlı bulabileceği bir bilmece gibi gözüken bu karışıklık kimin işine yarıyor?
Galiba en çok Ergenekon’un işine yarıyor.

Tam da Zirve Katliamı’nın korkunç belgelerinin ortaya çıkıp Ergenekon davasına eklendiği bir dönemde bütün dikkatler Ahmet Şık‘ın kitabına yapılanlara, henüz basılmamış bir kitaba yayın yasağı konmasına döndü.

Ergenekon davasını insanların gözünde kuşkulu bir hale geldi.Bu örgütü ortaya çıkarabilmek için yıllardır çalışanlar, birer “yasakçı”ya dönüştü.

Hayatlarını, isimlerini, kariyerlerini Ergenekon örgütünü yakalayabilmek için ortaya koyanlar, kendi kendilerini vurdular.

Benim aklımda ise hep aynı soru:

* Bütün bunlara değecek ne vardı Ahmet Şık’ın kitabında?
Ya da başka türlü sorarsak, Ahmet Şık’ın kitabından giderek neyi ya da kimi yakalayacaklarını düşünüyorlardı ki
bütün bunları göze aldılar?

Niye kitaba yayın yasağı getirdiler?

Niye Danıştay Cinayeti’yle, Zirve Katliamı’yla, Hrant Dink
Suikasti’yle uğraşmak ve bunların arasındaki bağı ortaya çıkarmak yerine Ahmet Şık’ın peşine düştüler?

Ahmet Şık’ın kitabında ya da ilişkilerinde bulacakları sır, bu üç büyük olaydan daha mı çok belirleyici olacaktı Ergenekon’un yapısını çözmek için?

Bundan sonra Ergenekon’un ve soruşturmanın ciddiyetine insanları ikna etmeleri çok zor olacak. Eğer son anda, hepimizi “Özür dileriz, anlayamamışız” demek zorunda bırakacak, şu anda hiç kimsenin göremediği “çok
büyük” bir sonuçla ortaya çıkmazlarsa..

Korkarım bu macera, “Bir kitap uğruna ya Rab ne davalar batıyor?” diye bitecek.

*****

Ayhan Çarkın bile dayanamadı

Ayhan Çarkın‘ın Radikal gazetesine yaptığı itirafların nedenini ve zamanlamasını ben de herkes gibi merak ettim.
Bunca yıl susmuş adam, birdenbire kendisini ve
bütün eski çetesini ifşa etmeye kalktı, bütün yargısız infazları tek tek saydı, tasfiye edilmiş bir dönemin gerçek Ergenekon’unu gösterdi.

Bir arkadaşım “Ergenekon davasının seyri, gerçek
Ergenekoncular’ı bile rahatsız etti.İş Ahmet Şık’a kadar
gelince, hatta basılmamış kitap da yokedilince, Çarkın dayanamadı. ‘Bu savcılar Ergenekon’u sulandırmaya
çalışıyorlar. Gerçek Ergenekon biziz’ diye hatırlatmada bulunmak zorunda kaldı adeta” dedi.

Çarkın’ın tekrar hatırlattığı Mehmet Ağar, Korkut Eken, Sedat Bucak, Yaşar Öz, Ayhan Akça, Haluk Kırcı gibi tescilli isimlere pek dokunmayan Ergenekon, hedefi niye bu kadar daralttı!

İşte hepimizin sorusu...

*****


Doğan Kitap, İmamın Ordusu’nu niye basmamış?

Ahmet Şık, İmamın Ordusu kitabı ilk önce Doğan Kitap’a göndermiş.

Nereden mi biliyorum?

Ahmet Şık’ın Akşam Gazetesi’nde yayınlanan sorgu tutanaklarında yazıyordu’ Ahmet Şık’a sormuşlar:
“Görüşme yaptığınız X Bayan kimdir?

X Bayan’ın sizi Nedim isimli şahsa yönlendirmesinin sebebi nedir?” Ahmet şu cevabı vermiş:

“Buradaki X kişi kitap editörü arkadaşımdır. İsmini mağduriyet olmaması için vermiyorum. Kendisi Doğan Kitap’ta çalışıyordu, Doğan Kitap, kitabı yayınlamak istemişti. Bitmemiş haliyle, kendisinin o dönemde haberi oldu. Doğan Kitap’la biz anlaşamadık, kitabı okuyup bana eleştiride bulunmuştu.

En son kitap halindeki çıktısı benim evimde bulundu, bunun üzerinde notlar vardı. Hatalı kısımları koyulaştırmak suretiyle çizmişti, bende bunları okuyup düzeltecektim, ancak sabahleyin gözaltına alındım.”

***

Merak ettim Doğan Kitap bu kitabı niye beğenmemiş ve basmamış diye?

Öğrenebildiğim kadarıyla Doğan Kitap editörleri kitabı okumuş ve içinde yeni bir şey olmadığına, Türkçesinin kötü olduğuna ve eksikleri bulunduğuna karar vermiş.

Ve bu rapor doğrultusunda da Doğan Kitap, İmamın Ordusu’nu basmamış.

Acaba Ahmet Şık, Doğan Kitap’a kitabın ne kadarlık bir kısmını gönderdi?

Doğan Kitap’ın, bitmemiş haline “İçinde bilinmeyen bir şey yok” dediği kitap şimdi nasıl bu kadar korkutucu ya da savcıların iddia ettiği kadar büyük bir delil niteliğinde olabiliyor?

Doğan Kitap’ın basmadığı kitaba, savcılar yüzyılın kitabı muamelesi yapınca insanın kafası karışıyor gerçekten.

Bitmemiş hâli basılmaya değer değil, bitmişe yakın hâli kopyası kalmayacak kadar sakıncalı...

Aradaki sayfalara ne eklenmiş olabilir?

Kitabın kendisi nasıl, bilmiyorum...

Ama kitabın “hikâyesi”, Stephan King’in romanlarına yakışacak kadar esrarengiz ve gerilimli.



*****

Başbakan, Hiddink’e haksızlık etmiyor mu?

Başbakan Tayyip Erdoğan’ı TRT 1’deki Stadyum programında izledim geçen gece.

Türk futbolunun gelişmesi için yerli kaynakların iyi kullanılması gerektiğini söyledi. Türk Milli Takımı’nın kazandığı bütün başarılarda yerli teknik direktörlerin imzası olduğunu belirterek “Milli Takım’a Türk hoca lazım” mesajını verdi.

Ben de düşündüm, takımların altyapılarının gelişmesi için doğru olan bu mantık teknik direktörler için de doğru mu?
Başbakan’ın söylediklerinin bir bölümüne katılıyorum.

Bence Süper Lig’deki yerlileşme sürecinin Türk futboluna faydası var.

Yeni yerli teknik adamlar ortaya çıkıyor. Daha önce Türkiye’de kafasını sokacak bir kulüp bulamayan ve Milli
Takım’dan derdest edilen Şenol Güneş ile Aykut Kocaman, Ertuğrul Sağlam, Tolunay Kafkas, Abdullah Avcı şu anda tartışmasız en iyiler...

Ama Milli Takım konusunda bu kadar şanslı değiliz. Düşünün, Bayern Münihli Hamit Altıntop’un dediği gibi Türk Milli
Takımı’nı seçsinler diye Alman gurbetçilerine adeta yalvarıyoruz. Yalvarıyoruz ki, Mesut Özil gibi Almanya’yı seçmesinler, Hamit gibi Türkiye’yi seçsinler.

Yani işi baştan kaybediyoruz. Sağlam bir altyapımız ve adil bir futbol sistemimiz hâlâ yok. Bu sonuca sahipken, Guus Hiddink dünyanın ilk 5 hocasından biri...

Chelsea’yi, Bayern Münih’i rahatlıkla elinin
tersiyle itebiliyor ve Türkiye’yi seçiyor.Çünkü idealist ve burada yeni bir ekol oluşturmaya çalışıyor.
Türkiye’deki futbol gelişmesinin payandası her zaman bir yabancı olmuştur.

Derwall, Piontek, hatta Lucescu. Hiddink de bunu yapabilir. Hem reyting açısından Türkiye’yi Katar ile türevleri çizgisinden çıkarıyor ve daha saygıdeğer bir konuma getiriyor. Hem de bizim alıştığımız ve artık hata
olarak görmediğimiz zaaflarımızı yüzümüze vurarak özeleştiri kanallarını açıyor.

Başbakan’ın dediği gibi, yerli antrenörle Avrupa’yı fethedecek olsaydık, şimdiye kadar çoktan yapardık.Şunu kabul etsek keşke:

Bir futbol ekolümüz yok. Arada yetenekli bazı jenerasyonları yakaladıkça, iyi teknik adamlarla başarı sağlıyoruz sadece...

Ama daha da önemlisi, devamlılık kaydedemiyoruz. Yani bizim Ronaldo-Messi gibi yıldızlarımız, Almanya gibi sağlam bir disiplinimiz, İspanya gibi fundamental taktiğimiz, İtalya gibi savunma geleneğimiz yok.Ama Avrupa futbolunun ilk 5’inde kalıcı bir yer edinmeye çalışıyoruz.

Her turnuvaya katılan, Avrupa çapında başarılar kazanan bir futbol ülkesi olmak istiyoruz.

Bunu Hiddink’le yapabiliriz. Başbakan’a katılıyorum:

Türk futbolunu Türkleştirelim. Ama Başbakan’a katılmıyorum:

Türkiye’yi Avrupa’da ilk 5’e sokmanın yolu Hiddink gibi firmalardan geçiyor. Yoksa Real Madrid bile Portekizli
Mourinho‘ya gitmez, İspanyol Del Bosque ile bunu başarırdı.

DİĞER YENİ YAZILAR