Bundan iki bin yıl önce yaşamış bir filozofa göre felsefe insanların hayretinden doğmuş.
İnsanlar kendi varoluşlarına öyle şaşırmışlar ki, felsefi soruların çoğunluğu kendiliğinden ortaya çıkmış o filozofa göre.
Felsefenin insanların hayretinden doğması fikrini çok sevmiştim bunu okuduğumda.
Norveçli felsefe öğretmeni Jostein Garder’ın 39 yaşındayken yazdığı ve tüm dünyada büyük ses getiren romanı Sofie’nin Dünyası kitabını hatırlarsınız…
Çocuklara ve gençlere felsefeyi sevdirmek için yazdığı roman.
Orada okumuştum bunu.
İnsanlığın bir sihirbazı seyreder gibi insanlığı izlemesine ve kendi hayatına şaşırmasına bayılmıştım.
Hepimiz için hayat hala sihirbazın bir dakika önce bomboş olan silindir bir şapkadan tavşan çıkarması kadar akıl almaz bir şeydir aslında…
Ne ne olacağını, ne niye olacağını, ne nasıl olacağını biliriz.
Hiçbir şey bilmeden hayatın gidişatını izler, hayatın iyi ve kötü sürprizleriyle hayrete düşeriz.
Ne neden yaratıldığımızı biliriz, ne neden yok olduğumuzu, ne neden bütün bunları yaşadığımızı...
Hayret eder, sorular sorar, cevapları ararız.
Hayretimiz felsefeyi, merakımız bilimi yaratır.
Şimdilerde ise hayat karşısında duyduğumuz hayret beni eğlendirmez oldu.
Ne değişti acaba, ne değişti de felsefeyi bile yaratan o masum şaşırma, hayatlarımızın en ağır tecrübeleri haline dönüştü?
Galiba “iyi” sürprizler kayboldu…
Hep kötü şeyler oluyor ve nedenlerini açık bir şekilde görebiliyoruz.
Hayat sığlaştı ve kötüleşti.
Hayata hayret edebilmek bile bir lükse dönüştü, sadece insanların nasıl bu kadar akılsızlaşabildiklerine hayret ediyoruz artık.
Kötülüğün aptallıkla bu kadar buluşmasına şaşırıyoruz.
Ama niye bu hale geldiğimizi hepimiz biliyoruz.
Öyle değil mi?
Buna şaşırmıyoruz…
Güç kazanan insanların delirmiş ihtirasları ve hayatın akışını kontrol edebileceklerini sanmaları toplumu şirazesinden çıkarıyor…
Çürümüşlüğün en büyük nedeni olan darbe, gene gelip bağdaş kuruyor hayatımızı belirleyen ihtimaller arasına sanki…
Siyasi iktidarın niyetinin bu olduğunu düşünüyorum artık, yaptıkları açıklamalara bakınca.
İktidar çıldırması, bütün ülkeyi bir deliler evine döndürüyor.
Polisler mahkeme kararlarını dinlemiyor, devlet yok oluyor, ülke “gücü gücü yetene” kanunun geçerli olduğu bir cangıl haline geliyor.
“Niye böyle yapıyorlar?” sorusunun cevabı artık sadece “İktidara aşık oldular” oluyor…
Öyle olunca da, felsefi sorular yaratacak bir derinliği de kalmıyor hayatın ne yazık ki.
İnsanlığın o harikulade hayretinden, “Neden varolduk?” türünden sorularından, hayatın felsefi derinliğinden çoktan koptuk.
Sadece yarını merak ediyor, sadece yarın için endişeleniyoruz.
Ne geçmiş kaldı, ne gelecek.
Bugünün vahşi sığlığı, geçmişi de geleceği de parçaladı.
Elimizde sadece bugün ve “Niye bu kadar aptalca davranıyorlar?” sorusu kaldı…