Bir Fazıl Say da benden…

Haberin Devamı

Eğlenceli şeyler yazmak istiyordum aslında bilgisayarın başına oturduğumda…

Şakalaşmak, gülmek, güldürmek istiyordum. Sonra bir kahve, gazeteler, telefonlar derken aklıma saplanan o dikenden, Fazıl Say’a yapılanlardan kurtulamayacağımı anladım.

Fazıl Say’ın mahkum olmasına yol açan o mısraları twitter’da yazarken aklından geçenleri merak ettim.

Kızgındı herhalde yine…

Yetenekleri öfkesini yenemeyen biri geliyor bana hep Fazıl Say…

Ya da belki de, dine aklını çok taktırmış bir hükümetin yönettiği ülkede o satırlar çok eğlendirdi onu, o yüzden yazdı…

Nedeni ne olursa olsun yaptığı pek şık bir iş değildi doğrusu.

Onun yaptığı şık değildi ama ona yapılan da, demokrasinin, hukukun bu ülkede olmadığının kanıtıydı...

Ee, bu da çok şık sayılmaz değil mi?

***


Sonra aklıma ne geldi…

Pi’nin Dünyası filmini seyretmiş miydiniz? Bir de o romanı yazan Yann Martel var. O romanıyla 2002 Man Booker Ödülü kazanan Kanada’lı yazar.

Kitabı okuduğum dönemde internette kim bu Yann Martel diye merak ettiğimde hakkında sonradan unutmadığım bir şey okumuştum.

Martel, ülkesinin başbakanına dört yıl boyunca her pazartesi kitap göndermiş.

Yaptığı bu ‘eylem’ için de şunları söylemiş: “Kimin ne okuduğu, kitap okuyup okumadığı kendi bileceği iş. Sıradan insanların ne yaptığı beni ilgilendirmiyor, insanlara nasıl yaşayacaklarını söylemek bana düşmez ama benim üzerimde söz hakkı olan insanlar söz konusu olunca durum farklı. Onların okumalarını istiyorum çünkü sınırlı, vasat hayalleri bir gün benim kabuslarıma dönüşebilir.”

Gerçekten incelikleri olan bir başkaldırı…

Böyle bir muhalefet Fazıl Say gibi bir virtüöze daha çok yakışırdı herhalde.

En azından ben böyle düşünüyorum…

***


Ama Fazıl Say’ın böyle yapmaması, canı çektiği gibi kabalaşması da mahkemelerin onu mahkum edecek kadar ‘özgür’ olmaları anlamına gelmemeliydi.

Artık iyice anlaşılıyor ki, biz ne ileri, ne de geri demokrasiden hoşlanıyoruz…

İnsanlara sığ, kaba, tatsız tutsuz, kuru olma şansı bile tanımıyoruz…

Her şey ya günah, ya yasak, ya ayıp…

Keşke bıraksak da bunlar kendi yanlışlarımız olsa, devlet bu işlere hiç karışmasa. Ama bu ülkede günahı, ayıbı bile devlet belirlemek istiyor.

Bir çok insan da devletin bu tavrını destekliyor.

Bunları kendi aramızda tartışmamızı, konuşmamızı değil, devletin elini herkesin omzuna bastırmasını savunuyorlar.

Korkarım büyükçe bir çoğunluk demokrasiden hoşlanmıyor bu ülkede aslında.

Çünkü demokrasi insanlara sorumluluk yüklüyor, hakkını savunma görevi veriyor, mücadele kulvarı açıyor.

Bunu istemiyoruz.

Bizler emir alıp, itaat etmeye çok alışkınız ve bundan da çok hoşlanıyoruz.

‘Kul’ olmanın acıklı sorumsuzluğunu, boynu büküklüğünü yaşam tarzı haline getirmişiz.

Hep bir ‘büyük adamın’ işleri bizim adımıza çözmesini istiyoruz.

Yanılıyor muyum?

***


Şimdi diyorum ki keşke her pazartesi mahkemelere, savcılara, hakimlere, bakanlara, bakmayanlara kitaplar göndermeye başlasa birileri…

Ya da piyano konçertoları…

“Siz de biraz gelişin”diyerek.

Daha zarif ve daha entellektüel bir muhalefetin işareti olarak.

Belki o zaman piyano virtüözlerimiz daha incelikli, devletimiz daha demokrat olurdu.

Bir ümit işte…

DİĞER YENİ YAZILAR