Haberin Devamı
Bu yaz, herşey sanki biraz sakin,sessiz… Duruyor gibi usulca akıyor hayat.
Günler penceremden yabancı kuşlar gibi gelip geçiyor.
Pek çoğuna dokunmuyorum bile…
Akşamları daha tanıdık izler oluyor ama yine aynı yabancılık…
Tuhaf bir sessizliği var hayatın bu yaz.
Kendi yaptığım hayatı, kendi istediğim gibi yaşıyorum.
Ama o sessizliği hep duyuyorum.
Ama bazen de o sessizliği bozan şeyler oluyor.
Hayat, aslında aynı sinema salonunda aynı anda oynayan binlerce film gibi ya…
Yaşamak o filmleri aynı anda seyretmek gibi ya…
Her rastladığın insanla sinemana yeni bir film ekleniyor.
Sen onu seyrederken, o rastladığın insanla birlikte sen de başkasının sinemasında bir film oluyorsun.
Ve bazen, gerçekten iyi filmler seyredebiliyorsun o sessizliği bozacak.
Çok genç bir aşçıya rastladım Alaçatı’da.
Yerini özellikle yazıyorum, çünkü restoranı da Alaçatı’da, Barbun…
Yemekle ilgili bildiğiniz herşeyi kökünden sarsmaya adamış kendini.
“Yemek dediğimiz şey sadece bu yediklerimiz olamaz, bu mudur yani son nokta” diyerek merak etmiş, sebzeleri kurutarak başka ne yapabileceğini, eti çukulatayla ya da incir reçeliyle yersen ne olacağını ya da zeytinyağına ekmek banacağımıza zeytinyağını sodayla içersek sevip sevmeyeceğimizi…
Mönüsü, sizi, alışkanlıklarınızı ürkütecek çeşit çeşit yemekle dolu.
Ama tadıyorsunuz, harika…
Siz, “Bu artık çok fazla, zorlama olmuş sanki” demeye hazırlanırken tattığınız yemeğin ağzınızda eriyip gitmesi bir oluyor.
Yenilebilir çiçekler benim favorim oldu…
Sarımsak çiçeğinin pembesi bu kadar mı güzel olur?
Kendisi şöyle anlatıyor bu olanları:
“Malzemeleri, klasik yöntemlerin üzerine yaratıcı gastronomik yöntemleri de ilave ederek geliştiriyoruz sadece. Önem verdiğimiz diğer şeyse, doğaya uzun bir süredir yabancılaşmış ruhumuzu, tabaklarımızda sunduğumuz, yenilebilir çiçekler, yabani baharatlar ve doğanın tam kalbinden özenle toplanmış dokularla yeniden doğaya yakınlaştırmak.”
Masaya bir zeytin ağacı geliyor, dalında salamura edilmemiş hurma zeytinler…
Estetiğine ayrı, tadına ayrı hayran kalıyorsunuz…
Galiba artık yaşlanmanın başlangıcında olduğum için başarılı, sınırları zorlayan, hayatın yeni renklerine, seslerine, tatlarına merak salan gençleri görünce daha önceki yıllara göre daha fazla seviniyorum.
Hayatı bilmediği yerinden denemek isteyenlere hayranlık duyuyorum çünkü.
Hayat, o kadar da bildiğimize emin olduğumuz bir şey olmamalı bence.
Daha üzerinde dolaştığımız toprağı tanımıyoruz.
Daha kendi vücudumuzun sınırlarını bilmiyoruz.
Neyi bildiğimize emin olacağız?
Hayat öyle yabancı kuşlar gibi uçarken, bir bakıyorsun o kuşlardan biri masana dallarında zeytinlerle bir zeytin ağacı koyuveriyor.
“Bilmediğim çok şey var” diyorsun.
Hayatla ilgili bilmediklerini, cehaletini görmek, insanın merakını ve yaşama isteğini artırıyor.
Yüzeyi ne kadar sakin ve usul olursa olsun, hayatın derinlerinin hep çok çırpıntılı ve renkli olduğunu bazen tabağındaki “çiçekleri” yerken öğreniyorsun.
(Küçük bir not: Kısa bir süre sonra görüşmek üzere… Hayatın farklı seslerini duymaya gidiyorum…)