Geçen hafta bir akşam televizyonda Nagehan Alçı ve emekli Tuğgeneral Ramiz İlker’i tartışırken gördüm...
Daha doğrusu, ben televizyonu açtığımda Ramiz İlker, Nagehan’ın kafasına fırlatmak için bir şey arıyordu, Nagehan da ona sürekli bağırıyordu...
Biraz dinledikten ve bolca güldükten sonra aslında çok önemli bir şey tartıştıklarını anladım...
Nagehan’ın o bağırmalar arasına sıkışan haklı ve vicdanlı, Ramiz İlker’inse demode ve insanın dinlerken yüzünü buruşturacağı manasız cümlelerini duydum...
Kürt sorununu tartışıyorlardı...
Çözümü konuşuyorlardı...
Canım yandı onları dinlerken.
Çok yakın zamanda okuduğum ama dönüp dönüp tekrar baktığım “Bildiğin Gibi Değil, 90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak” kitabındaki bütün hikâyeler önce böğrüme saplandı sonra boğazımda düğüm oldu sonra da o hikâyelerin kahramanları ‘inşallah bunu seyretmiyorlardır’ isyanı döküldü ağzımdan.
Nagehan’ın ‘utanıyorum, burada olmaktan utanıyorum’ çığlığını duyunca biraz olsun rahatladım ama o travmadan ancak zaping yaparak kurtuldum...
Ertuğrul Özkök, İsmet Berkan, Serdar Turgut, Salih Tuna
Ardından geçen gün, Ertuğrul Özkök, Orhan Miroğlu’nun Akşam Gazetesi’ne verdiği röportajda ‘Kürtlere belli bir dönem pozitif ayrımcılık yapılabilir’ sözüne karşılık “Bu sorun ‘hep alan Kürt’ karşısında ‘hep veren Türk’ terazisiyle çözülemez. Kürt sorunu sadece Kürtlerin meselesinden ibaret değil. Bu ülkenin giderek kabaran bir de ‘Türk sorunu’ var” diyerek bir yazı yazdı...
İsmet Berkan buna itiraz etti... “Pozitif ayrımcılığı destekliyorum” dedi...
Serdar Turgut “Amerika’daki zencilere yapılan ayrımcılık örneği burada örnek teşkil etmez, bilginize” dedi...
Salih Tuna, İsmet Berkan, Ertuğrul Özkök tartışmasını bütünüyle ti’ye aldı... Sanırım ikisinden de pek hoşlanmıyor Salih Tuna...
Ve sonra yine aynı şey oldu...
Gıre’nin, Aznavure’nin, Avsiya’nın, Firdews’in, Piran’ın ve kitaptaki bütün çocukluğu olmayan çocukların hikâyeleri dizildi boğazıma...
Kürt meselesini mi tartışmak istiyorsunuz?
Bir kitap okudum hayatım değişti cümlesi, meşhur olmuş bir roman cümlesi olmaktan çıktı benim için...
Rojin Canan Akın ve Funda Danışman’ın hazırladıkları, 90’lı yıllarda Güneydoğu’da çocuk olan on dokuz Kürt genciyle olmayan çocukluklarını konuştukları o harika kitap... Hayatımı değiştirdi...
Bugünlerde ne zaman Kürt meselesini tartışan birilerini görsem...
“Bildiğin Gibi Değil’i okumadan tartışma” demek istiyorum...
Tartışanların her cümlesi, yerçekimsiz bir ortamda salınan bedenler gibi öylece havada uçuşuyor...
Ve ne derlerse desinler... Ne dersek diyelim...
O çocukların acıları her zaman o uçan cümlelerden daha büyük olacak çünkü...
Ama bir kere okuyup da o anlık içimizin yanmasıyla anlayamayız o acıları, defalarca, dönüp dönüp, tekrar tekrar okumak lazım o çocukluk hikâyelerini...
Ondan sonra belki “anladım” diyebiliriz...
Ve ondan çok sonra tartışabiliriz belki Kürt meselesini...
Hikâyelerin gerçekliği okuduğunuzu anlamanızı zorlaştıracak
Cumartesi günü Yasemin Çongar, hiç tanımadığım bir yazarın yeni kitabından bahsediyordu...
Eduardo Halfon...
“İnsanın içine doğduğu dil (anadil) kavramı modası geçmiş bir kavram mı bilmiyorum ama bir bakıma, yazarak o anadili arıyorum ben. Burada, anadilden kastım sadece bir kelimeler sistemi değil; daha ziyade, bütün karmaşık toplumsal, siyasi ve tarihi imalarıyla bir anadilden söz ediyorum, bir çıkış yeri olarak, kökler olarak, gelenek olarak, aile olarak, çocukluk olarak ve hatta hâlâ içimizde bir yerlere kaldırılmış duran iyi ve asil ve huzurlu bir şey olarak anadilden söz ediyorum. Belki de bunun için yazıyoruz biz. Geri dönülemeyecek o yere dönebilmek için. Kayıp cennetimizi, dil yoluyla, yeniden bulabilmek için” diyen genç bir yazar...
Bugün Latin Amerika edebiyatının en iyi genç yazarları arasındaymış Halfon...
Yasemin, ‘Bundan birkaç yıl önce yayımladığı El Boxeador Placo (Polonyalı Boksör) romanıyla tanıdım ben; ondan sonra da verdiği mülakatları, dergilere yazdığı hikâyeleri hep izledim. Sanırım karanlık kısımları benimkine çok benzeyen bir çocukluğu anlattığı için sevdim onu’ demiş yazısında...
“Karanlık kısımları benimkine benzeyen bir çocukluk...”
Bu cümleyi çok sevdim...
Ama o kitabı, 90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak’ı okurken hiçbir karanlığı benim karanlığıma benzemeyen, ölüm kokan çocuklukları gördüm...
Karanlık yanları bile olamayan karanlık çocuklukları var o çocukların...
Hikâyelerine daha doğrusu gerçeklerine inanamayacaksınız...
Hikâyelerin gerçekliği okuduğunuzu anlamanızı zorlaştıracak...
Duygularınız belki ama aklınız asla almayacak...
Belki de okumaktan vazgeçip fırlatıp atacaksınız önce kitabı... Ama kitabın nereye düştüğüne iyi bakın fırlatırken çünkü mutlaka geri dönüp alacaksınız kitabı düştüğü yerden ve açacaksınız o sayfaları yine...
‘Baba, askerler de yerli değil mi?’
Yasemin’in anlattığını Halfon da 1970’lerin Guatemalası’nı anlatıyormuş kitabında... Askerler, gerillalar, aileler ve çocuklar...
Maana Nunca lo Hablamos (Yarın Asla Konuşmayız) da bir çocuğun gözünden yazılmış.
1970’lerin başından 1996’daki barış anlaşmasına dek süren iç savaşta, çoğu Maya ırkından 200 bin insan ölmüş.
Kitaba adını veren “Yarın asla konuşmayız” hikâyesinde, 1981 yazında, Guatemala ordusunun bir gerilla karargâhını basıp üçü kadın 14 yerliyi öldürmelerinin, çocuk anlatıcı ve ailesi tarafından nasıl karşılandığını anlatıyormuş.
Çocuk, “muzaffer” askerlerin yüzlerine bakıyormuş televizyonda; onların da “beyaz” olmadığını, tıpkı paramparça cesetleri sergilenen gerillalar kadar “yerli”ye benzediklerini görüyormuş.
O gece, “Gerilla ne demek” diye soruyormuş babasına. Cevap vermiyormuş adam.
“İsyancı mı?” diyormuş çocuk. Sessiz bir onaylama. “Bütün karışıklığın sorumlusu bu gerillalar” diyormuş babası.
“Gerillalar yerli mi peki?” Uzun uzun susuyormuş adam; sonra, “Tabii” diyormuş.
“Ama askerler de yerli, değil mi?” Cevabı sabırla bekliyormuş çocuk.
“Şimdi uyu, yarın konuşuruz” diyormuş babası.
Ve tabii, yarın hiç konuşmuyorlarmış.
Stilile’nin sözü aklıma geldi ‘Bizi bizle savaştırmak istediler, Hizbullah, korucular... Kürtleri birbiriyle savaştırmak...’ ya da Xezek’in ‘askere hiçbir zaman öfkem olmadı. Zaten çoğu buralı fakir fukaranın çocukları. Kürt çocuklarını Doğu’ya veriyorlar’ sözü...
Bu kitabı okumadıysanız tartışmayın
Çocukluğu olmayan Kürt çocuklar, şimdi kendi çocukları için barış istiyor...
Televizyonlarda, gazetelerde Türkler de bunu tartışıyor...
Ve tıpkı Guatemalalı baba gibi ne bugün ne yarın konuşuyorlar aslında...
En can alıcı yeri hep geçiştiriyorlar.
“Bildiğin Gibi Değil.. 90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak...”
Bu meseleyi tartışmadan önce bu kitabı okuyun...
Okumadıysanız sonsuza kadar susun...