Çinli erkekler küçük ayaklı kadınları seviyor... Zevkleri ve gelenekleri Doğu ülkelerinde erkekler yarattığından, ne yapsın Çinli kadınlar da küçük ayaklı olmak için uğraşıp durmuşlar...
Yüzyıllarca Çinli kızlar büyürken ayaklarından bir numara küçük ayakkabı giydirilirmiş onlara.
Çinli kadınların yaralı kuş gibi pıtı pıtı yürümeleri bir numara küçük ayakkabıların içinde şıkışıp sakatlanan ve büyümeyen ayaklarından dolayı anlayacağınız...
Daha da tuhafı günün birinde kadın ayaklarını sakatlamanın manasız olduğunu keşfeden Çinli erkekler ‘kanun zoruyla’ küçük ayakkabı giymeyi yasaklamış...
Türkiye’ye baktıkça o Çinli kadınlar aklıma geliyor...
Kadınıyla erkeğiyle Çinli kadınlardan bile kötü durumdayız.
Bizim ayaklarımız değil ama beyinlerimiz dar kalıplar içine sıkıştırılıp sakatlanmış...
Gelişmesi engellenmiş...
Daha çocukluktan itibaren hepimizin düşünmesi yasalarla, geleneklerle yasaklanmış...
Onun içindir ki çok fazla büyük bir yaratıcı çıkmadı aramızdan...
Onun içindir ki merak etmeyi hiçbir zaman öğrenemedik...
Ne Osmanlıların döneminde, ne Atatürk döneminde, ne İsmet Paşa, ne Demokrat Parti, ne Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, ne ANAP, ne DYP, ne ötekiler, ne de AK Parti zamanında biz gerçekten demokrasi içinde tam anlamıyla özgür yaşamadık...
Hak ettiğimiz hukukla yaşamadık...
Bizler, gerçekten kendi toprakları üzerinde demokrasi içinde özgürce yaşamak ne demek bilmiyoruz...
Bu sevinci hiç tadamadık...
Özgürlük kırıntılarıyla idare ettik...
Dar kalıplar içinde sakatlanmış, gelişememiş beyinlerle yaşamayı normal kabul ediyoruz biz...
Tek istediğimiz biraz para...
Ama para için bile mücadele etmiyoruz...
Para mücadelesi yapsaydık mücadelenin önünü kesen yasaklarla dövüşürdük...
Ülkeye gerçek demokrasi gelmesi için uğraşırdık, uğraşanları da hain zannetmezdik...
Ama her dönem hainler de değişiyor...
Şu sıra kimilerine göre Deniz Feneri, Mavi Marmara gemisi, füze kalkanı kabulü meselelerini merak edenler hain...
Kimilerine göre Ahmet Şık’ı Soner Yalçın’ı ‘masum’ görmeyenler...
Sakat Çinli kadınların ayakları gibi sanki beyinlerimiz...
Yaratmayı, düşünmeyi, gelişmeyi bırakmış sadece birilerinin bize ‘para vermesini’ istiyoruz...
Vermezlerse de ağlayıp yakınıyoruz...
Sadece para için ağlarken ortak bir “tepki” gösteriyor insanlar sanki...
Ne ortak şekilde Deniz Fenerindeki ‘karışıklığı’ merak edip sorguluyoruz, ne hep beraber tüm iddianamelerdeki aksaklıkları...
Merak duygumuz iğdiş edilmiş.
Mesela üç sene önce tam bu vakitler, 2008 yılı eylül ayında Deniz Feneri’nin ilk kez Almanya’da patladığı günlerde, Alman yargıç, ‘Bu benim tanık olduğum en büyük bağış dolandırıcılığıdır’ demişti...
Bu cümleyi unutmak çok kolay değil...
İnsanın istemese de aklına takılıyor...
Hukukun saat gibi işlediği bir memlekette yargıcın biri bunu kolayından söyleyemez diyor insan çünkü...
Ama bu cümle bile hepimizi ortak bir duyguyla meraklandırmıyor...
Deniz Feneri davasının Alman savcısı diyor ki “failler Türkiye’de!”
Başbakanın medyaya karşı başlattığı en büyük savaşın nedeni Deniz Feneri... Bu bile medyayı bir ortaklık içine sokmaya yetmiyor...
Bizi sakatladılar, beynimizi hapsettikleri dar kalıplar içinde merak duygumuzu söndürdüler...
Öyle olmasa Deniz Feneri meselesi tek gazetenin peşinde koştuğu bir konu olur muydu?
Beyinlerimiz dar kalıplar içine sıkıştırılıp sakatlanmış
Haberin Devamı