Benim oyum hiçbirine...

Haberin Devamı

Eski dönemlerde yapılan uzun seferlerde denizciler genellikle artık iyice ümitlerini kaybedip yeislenmeye başladıkları sırada karaya varırlardı.

Denizciler ümitlerini kaybederken, sahil kuşları gözükür, karanın yakında olduğunu haber verirdi. Biz de her gün ‘battığımızı, yolumuzu kaybettiğimizi, kaptanın çılgın, geminin delik, karanın uzak olduğunu’ okuyoruz...

Karanın o kadar uzak, geminin o kadar delik olmadığını gösteren sahil kuşları var hayatımızda aslında... O kuşların kanat sesleri çoktandır ekonomi sayfalarında, dergilerinde, işadamı sohbetlerinde duyuluyor.

Ekonomi iyi gidiyor.

Neler oluyor bakın;

- Ak Parti, çok büyük bir büyüme oranı yaratabildi.

- Nisan 2011’de bütçe 1 milyar TL fazla verdi. Bu, inanılmaz bir rakam...

- 2001 yılında %1.4 oranında olaki açlık oranı 0.5’e düştü.

- Açlık dışı yoksulluk 2002’de %27 iken şimdi %18 oldu.

- Kişi başına günde dört doların altında harcama yapanların oranı bugün %5, 2002’de %30’du.

- Toplam sağlık harcamaları 2002’de 19 milyar lirayken bugün 80 milyara çıktı.

- Kişi başına sağlık harcamaları 2002 yılında 188 dolar iken bugün 1000 dolar...

- Milli Eğitim Bütçesi 34 milyar lira, Milli Savunma Bakanlığı bütçesi 17 milyar lira... Bu, beni en etkileyen başarılardan biri...

Ama ne tuhaf ki, artık bu ülkenin kaldıraç noktası ekonomik gelişme değil... Kürt sorununun çözümü...

AK Parti yukarıda saydığım her şeyi başarabilmiş. Bu, doksanlı yılların başarıları olsaydı belki toplum için yeterli olabilirdi.

Şimdi biraz zaten başarıldığı için, biraz bunu AK Parti yaptığı için ama en çok da artık Kürt vatandaşların hakkını vermeden hiçbir gelişmenin önümüzü açmayacağını bildiğimiz için çok fazla aldırış etmiyoruz bunlara...

Barışın artık gelmesini bekliyoruz. Hem Türk politikacılar hem Kürt politikacılar ise Kürt sorununun çözümü için gereken çabayı göstermiyorlar. Bir an önce barış olmazsa işlerin çığrından çıkabileceğini sezemiyorlar sanki... Kimse dümene geçmiyor.

Kaptanı olamayan bir gemide, sahil kuşları eşliğinde ilerliyoruz koca okyanusta. Sahil kuşlarımız var ama kara gözükmüyor bir türlü...

BDP, Öcalan’ın bile eleştirdiği bir tehditkârlıkla politika yapıyor. “Demokratik özerklik” talebinin içini doldurmuyor.

Ne istediğini, ne yapacağını anlatmak yerine sürekli Ak Parti’yi eleştiriyor, sanki Ak Parti olmazsa hemen barış gerçekleşecekmiş gibi. Peki ya AK Parti?

O da BDP’yi çıldırtacak her şeyi yapıyor gerçekten... KCK tutuklamaları durmak bilmiyor. Erdoğan “Yeni anayasa seçimden sonra” diyor.

“Maddeleri bilmek istiyoruz biz” diyor aklı başında Kürtler.

“Yeni anayasa değil yeni anayasada eşitlik istiyoruz” diyorlar. AK Parti nasıl bir anayasa hazırlamak istiyor, bunu tam açıklamıyor. Sıradan bir oy avcılığı yapıyor. CHP, “Avrupa standartlarında özerklik” diyor şimdilerde ama anadilde eğitim konusundaki düşüncelerini açıklamıyor.

Kürtlere en çok acıyı çektirmiş olan Ergenekon’un sanıklarını listesine alıyor.

BDP, Hakkari’de CHP Genel Başkanı’nın mitingine yoğun ilgi gösterilmesini sağlıyor. Ne bu şimdi?

Kürt sorunu gerçeği varsa Ergenekon zihniyeti gerçeği de var bu ülkede...

Kürtlerin acılarının kaynağı bu hatta...

Bu zihniyeti yok sayan bir partiye kendilerince destek verince BDP seçmeni ne düşünmeli sizce? “Oy almak için bu kadar oyun da fazla” demez mi?

Ekonomi çok iyi gidiyor, partiler kendilerince projelerini açıklıyorlar ama ben kararımı verdim. Bu sorunu gerçekten çözecek siyasetçi çıkana kadar... Benim oyum hiçbirine.

***


Hülya Avşar mı Tarkan mı?

Kral Tv Ödülleri gecesi Tarkan 7 tane ödül aldı.

Hiçbirini de almak için sahneye gelmedi.

Ama gecenin sonunda aslında kuliste olduğu ve tören sonrası sahneye çıkacağı için seyircilere heyecanlı, sürprizli bir gece planladığı anlaşıldı. Alacağı ödüllerden birini Hülya Avşar verdi Tarkan‘a. Tarkan yerine Samsun Demir aldı ödülü. Bu yüzden de Hülya Avşar çok kızdı Tarkan’a. Belki hissettiği şey de haklı Hülya Avşar. Kırılmıştır... Ama bunu çok kötü anlattı...

***


‘Bir Zamanlar Anadolu’yu beğenmeyenler var...

Herkes Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’da kazandığı yeni ödülü konuşuyor. Koza’dan itibaren Bir Zamanlar Anadolu’ya kadar Cannes’da bıraktığı izler ve başarılar alt alta yazılıyor.

Filmi seyredenler çok iyi diyor.

Bol diyaloglu diyor.

Ben de merak ediyorum tabii ki...

Cannes’da olan sinema sektöründe sözü geçen ve filmi seyretmiş bir arkadaşımı aradım “Film nasıl?” diye... “Alin Taşçıyan yazmış galiba, tam aynısını düşünüyorum” dedi.

Filmi sevmemiş arkadaşım... Hatta beğenmemiş. “Nuri Bilge Ceylan filmi değil gibi” dedi. “Çok uzundu, sıkıcıydı, filmin tam hedefi benim için çok belirsizdi” dedi. Şaşırdım...

“Robert De Niro’dan daha mı iyi bileceksin. Seni ciddiye almıyorum” dedim gülerek... Kahkahalarla kapadık telefonu.

Hemen film eleştirmenleri arasında okumayı hep sevdiğim Alin Taşçıyan’ın yazısı aradım, buldum. Evet, o da beğenmemiş.

Aynı gerekçelerle... Hatta o sinema yazarı olarak makyaj ve devamlılık hataları da görmüş.

“Savcı ve doktorun taşra hayatına bakışı mizantropik geldi bana” demiş.

İşte şimdi biraz korkmaya başladım... Mizantropik ne derseniz bu arada... Google’da ‘insan sevmezlik, insan kaçkını’ yazıyor.

***


İstanbul’da, kadın sürücüyü döven dolmuş şoförü

Okuduğuzda hissedeceğiniz öfke ve huzursuzluğu yaklaşık on beş gündür hissediyorum...

Bizim gazetenin ekonomi müdürü Ercan’ın eşi Neval’in başına gelenler, gerçekten inanılmaz.. Bakın ne olmuş?

Yer Aksaray’ın göbeği, Pertevniyal Lisesi’nin önü. 10 Mayıs, saat 17.00 suları. Trafik sıkışmaya başlamış. Neval, Opel Corsa’sı ile Unkapanı’ndan Çapa’ya ilerleyen sıkışık trafikte orta şeritte yol alıyor.

Bir anda otomobilinin arkasından bir ses duyuyor. Sarı bir dolmuş taksi ensesinde.

Dörtlüleri yakıyor, el frenini çekiyor. Duruma bakmak için aşağıya iniyor. Trafikte önceliği olduğunu sanan dolmuştaki genç manevra yapıp öne geçmek isterken, tampona dokunmuş.

Neval, dolmuşun şoförüne ‘Dikkat etsene’ diyor...

Direksiyondaki genç şoför özür dileyeceğine, okkalı bir küfür sallıyor ve ‘Çarpmadık arabana dokunduk sadece amma değerliymiş araban’ diye ters bir cevap veriyor. Neval, ‘Plakanı alıyorum tamponda çizik var, seni trafiğe şikayet edeceğim’ diyerek arabasına geri dönüyor.

Bu arada trafiği daha fazla engellememek için kenara çekmek istiyor. El frenini indiriyor, motoru çalıştırıyor. Kapısı birden açılıyor ve az önce tartıştığı genç şoför, Neval’i kolundan ve saçından tuttuğu gibi dışarıya sürüklüyor.

Yerlerde sürüyerek “Ben sana hasarı göstereceğim” diyor bir taraftan küfürler sallıyor.

Yerlerde sürünen Neval el freni indirilmiş arabasının kaymaya başladığını görüyor.

Genç adam da bunu görünce kadını bırakıyor ve hızla aracına binip olay yerinden uzaklaşıyor. Neval, panikle önce arabasının önüne geçip durdurmak istiyor.

Sonra açık kapıdan uzanıp el frenini çekmeye çalışıyor. Bütün bunlar birkaç saniye içinde gerçekleşirken, öndeki araca çarpmamak için direksiyonu kırıyor ve yan taraftaki bariyerlere aracını çarptırarak durmasını sağlıyor.

Allahtan yoldan geçen duyarlı bir vatandaş tüm olanı biteni görüyor. Sarı dolmuş aracın plakasını da alıyor. Neval’in ellerinde morluklar var. Üstü başı yerlerde sürüklendiği için hırpalanmış, pantolonu yırtılmış ayakkabısının derileri soyulmuş. Hastaneden rapor alınıyor ve karakola gidiliyor.

Bütün bunlar İstanbul’un hem de tam göbeğinde Aksaray’da onlarca kişinin gözü önünde oluyor. 34 TZA 68 plakalı araç sürücüsü, Taksim-Kocamustafapaşa hattında çalışan dolmuş şoförü, 1988 doğumlu İbrahim Öztürk hâlâ trafikte...

Neval “Hamile olabilirdim, arabanın arkasında çocuğum ya da bir yaşlı olabilirdi. Ben İstanbul’un göbeğinde böyle bir şehir eşkıyalığı, magandalık görmedim” diyerek Öztürk’ten şikayetçi oluyor.

İstanbul’da yaşamak bu hale geldiyse... İstanbul Valisi bize bunu açıklamalı...

***


Haksızlığa karşı çıkın...

2011’in başında Fransa’da 15 sayfalık bir broşür yayınlanmış. Birkaç ay içinde 800 bin satmış. Ama ülkede tam bir etki uyandırmamış. Broşürün başlığı Haksızlığa Karşı Çıkın... Yazan Stephen Heissel, Berlin doğumlu bir Fransız... Bu broşür İspanyolca’ya çevrilip yayınlanınca... Fransa’da oluşmayan tepki İspanya’da büyük bir harekete dönüşmüş. Mayıs 15 Hareketi...

Sağ-sol ayırt etmeden iktidar olmuş bütün partilere karşıymış İspanyollar şimdi... Haksızlıkların tümüne karşı çıkıyorlarmış. İki partiye de ‘yeter’ diyorlarmış. Tam benim Türkiye için hayâlimdeki hareket...

Haydi biz de haksızlıkların tümüne karşı çıkalım...

DİĞER YENİ YAZILAR