Düşünsenize bir sabah uyanıyorsunuz ve yepyeni bir ülke buluyorsunuz karşınızda…
İnsanların özgür olduğu, devletin düzenli bir şekilde işlediği, hiç bir yolsuzluğun yapılmadığı, demokrasinin olduğu ve tartışılmayacak kadar güven altına alındığı, kimsenin ırkından ve dininden dolayı aşağılanmadığı, kadınların ezilmediği, öldürülmediği, gençlerin gerçekten özgür olduğu, gerçekten yeşil, gerçekten mutlu bir ülke.
Ne yapardık?
Aniden duran lokomotifin arkasına takılmış vagonlar gibi hızla birbirimize çarpar, söyleyecek tek bir kelime bulamaz, tümden dilsiz kesilirdik herhalde.
Gazete manşetleri boş kalır, televizyonda insanlar öfkesini yitirir, politikacılar suskunlaşır, sohbetler sessizleşir, tüm insanlar şaşkınlaşırdı. Doksan yıldır hiçbir çözüm bulmadan hep aynı sorunları çözmeye uğraşan, bunu hayat tarzı yapmış bir toplum, sorunlarını kaybettiğinde şok geçirip felç olur büyük bir olasılıkla.
Cumhuriyet kurulduğundan bu yana koskoca doksan yıl geçti dile kolay, hala Kürt sorunumuz var, hala Alevi sorunumuz var, hala fikir özgürlüğü sorunumuz var, hala demokrasi sorunumuz var. Her türlü hükümeti gördük ama bu sorunları kökten çözene, çözmek isteyene rastlamadık.
Sorunlarımıza aşık gibiyiz.
Ya da birileri bu sorunlardan öylesine büyük bir çıkar sağlıyor ki asla çözülmesini istemiyor. Ama ne düşünüyorum biliyor musunuz, daha fazla ölemeyeceğimizi, daha fazla alçalamayacağımızı, daha fazla düşemeyeceğimizi artık…
İçimde güçlü bir inanç var kurtulacağımıza dair… Çünkü artık gerçekten bir zilletin dibine vurduğumuzu hissediyorum.
Siyaset, aşklar, dostluklar, iş hayatı, her şey, her şey kirli, her şey hoyrat, her şey vahşi.
Bir gün iyileşmek hayal değil zorunluluk artık.
Kendimizi kirlettiğimiz, aşağıladığımız ve kendi rezilliğimizden çamurla oynayan bir çocuk gibi tuhaf eğlenceler çıkardığımız yolculuğun sonuna geldik.
Kirlenmekten, aşağılanmaktan bıktığımız, sıkıldığımız ya da utandığımız için değil…
İçine atladığımız o uçurumda geçirdiğimiz uzun yıllar sonunda daha düşecek bir yer, daha alçalacak bir çukur kalmadığı için bitecek bu zavallı yolculuk bence.
Alçalmanın her türlüsünü yaşadık…
Her gelen aşağıladı bizi, her gelen sorunlarımızı çözecek gibi yapıp bizimle alay etti, her gelen başımızı çamurun içine biraz daha bastırdı, her gelen hayatımıza karıştı, her gelen kendini çoban bizi koyun olarak gördü.
Sakin bir hayatım var benim… Hayaller kuruyorum, bir sabah bir başka ülkeye uyansak ne olur diye merak ediyorum…
Kalabalıklara karışmayan, kendi kalabalığını kendi odasında kendi yaratan biriyim…
Ama penceremin dışındaki hayattan içime, evime, hayatıma hep acı ve isyan akıyor.
Keder ve karanlık sızıyor evime.
Artık kapalı kapılarım, kapalı pencerelerim işe yaramıyor, delip geçiyor dışarının kiri, pası, öfkesi, yalanı, riyası…
Hayallerim, zorunluluklarım oluyor.
O yüzden umutluyum…
Gırtlağa dayanan acı, kir pas, yalan, riya hepimizi birden öldüremeyeceğine göre, yaşayacağız.
Yaşayıp çözeceğiz.
Evet, bu kirlenmişlik, bu aşağılanmışlık, bu utanç, bu arsızlık, bu pespayelik, bu fütursuz, bu rezillik beni umutlandırıyor.
Bana aydınlığı düşündüren, inandıran bu karanlık. Her şeyi denedik, her seferinde aynı karanlığa düştük.
Düşecek yerimiz kalmadı artık.
Biraz soluk alabilmek için buradan kurtulmamız gerekiyor, bu çamurun içinden çıkmamız gerekiyor.
İşte bu yüzden umutluyum çünkü hayallerim artık hayallerim değil..
Zorunluluklarım.
Bu bataklıkta artık nefes alamıyoruz çünkü hiç birimiz.