Çok uzun zamandır Cihan Kamer ile röportaj yapmak istiyordum.
Tayyip Erdoğan’ın yakın arkadaşı olması ve onun için “Gayri resmi ekonomi danışmanımdır” demesi, geçen sene yitirdiğimiz Hasan Doğan’ın ortak dostumuz olması, genç yaşına rağmen zengin ve başarılı bir iş adamı olması, belki de “sıradan” biri olmasına rağmen, onu merak etmeme neden olmuştu.
Kimdi bu adam? Nasıl biriydi? Hakkındaki dedikodular gerçeği anlatıyor muydu, yoksa haksızlığa mı uğruyordu gerçekten...
Kış başından itibaren birkaç kez randevulaşmıştık ama Cihan Bey sonrasında ya ertelemiş ya iptal etmişti. Ben de kızmıştım...
Ama Cihan Kamer mayıs ayında Fenerbahçe Kulübü yönetimine girince içimdeki kızgınlık yerini tekrar meraka bıraktı ve hemen aradım.
Çok kibar, çok neşeli “Lütfen kızmayın, o dönem seçim dönemiydi ve konuşmam doğru olmayacaktı. İptal ettim diye çok üzüldüm” dedi ve Tayyip Erdoğan konusunda çok fazla konuşmamak suretiyle buluşmaya karar verdik.
Atasay’ın fabrika binasındaki ofisinde uzun bir söyleşi yaptık. Üç saate yakın konuştuk. Samimi ve içtendi. Büyük bir heyecanla gazeteye geldim. Kasedi çözmek için bilgisayar başına oturdum ve tam bir felaket... Kaset tuhaf bir kayıt yapmış... Sesler çok derinden ve zor duyuluyor.
Hemen Elif Hanım’ı (Atasay Kurumsal İletişim Müdürü) aradım, çünkü onlar da bir kayıt cihazı koymuşlardı röportaj sırasında -ki bu beni hayli rahatsız etmişti, bunu niye yaptıklarını merak ettim- ama Elif Hanım onların cihazının da kayıt etmediğini söyledi.
Cihan Kamer röportajı gerçekten zor başladı, zor bitti, anlayacağınız...
Umarım bu maceradan “duymaya çalıştıklarımı” seversiniz...
Cihan Kamer o kadar çok direndi ki Tayyip Erdoğan ile olan arkadaşlığı hakkında konuşmamak için, ben de “Tamam konuşmayın. Ama en azından nedenini söyleyin, Başbakan arkadaşı olmak, onu anlatmak neden bu denli ürkütücü sizin için, nedeni sadece medya mı” dedim. “Çünkü benim bir arkadaşım ileride başbakan olsa insanın bir tarafı hâlâ o çocuksu heyecanı duyar ve bu güzel bir şeydir. Gerçektir. Gerçek bir duyguyu, ne korkutabilir ki bu kadar” diye de ekledim ve röportaj başladı.
Hiçbir röportajımda dostluğumuzu reddetmedim. Hatta keşke Başbakan olmasaydı da, o muhabbetimizi, o arkadaşlığımızı öyle götürüyor olabilseydik. Her gün görüşüp, sohbet edebildiğimiz, iletişim halinde olduğumuz bir ilişkimiz olsaydı. Dostluk açısından bunu arzularım, özlerim. Ama ülkem için benim görüşmemem ya da olmamam çok daha faydalıysa Başbakan kalsın, o gayretiyle millete hizmet versin. Ama beni ürküten şu; arkadaşlığın arkasında hep saçma ilişkiler aranması, söylenmemiş lafların söylenmiş gibi sunulması. Başka bir siyasi partiye inanan insanın gözünde nasıl bir portre çıkıyor benim için? AK Partici gibi bir algı yaratılıyor. Ben şucu bucu değilim. Ben bir partinin lideriyle dostum. İnsani bir ilişkim var. Çok yakın olduğumuz dönemlerde Başbakan da değildi Tayyip Erdoğan. Böyle bir beklentim de yoktu benim. “Bir gün bu Başbakan olur” diye. Bu arkadaşlıkla ilgili maddi hiçbir menfaatim olmadı. Hep zarar gördüm. Yani konumlamadan zarar gördüm. Ben sadece Cihan Kamer’i temsil etmiyorum. Çok köklü bir şirketi temsil ediyorum. AKP döneminin zenginleri diye yazılınca, bu algılama yaratılırsa rahatsız oluyorum. Son 7 senede edindiğim varlık, 70 senelik süreç içinde küçücük bir kısım. Ben bu dönemin zengini değilim. Ben varlıklı bir ailede doğdum. Bu aile bütün ticari girişimlerini dürüst yolla yaptı. Hiçbir siyasi ayrıcalık olmaksızın. Ama şimdi sadece arkadaşlık gerekçesiyle koca bir geçmişi yok sayıyorlar. Dürüst, samimi, sevgiye dayalı, geçmişe dayalı arkadaşlığı yıpratarak bir durum yaratıyorlar.
Toplumun benim tanıdığım Erdoğanı tanımasını çok arzu ederim
Başka türlü olsaydı, anlatır mıydınız Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir arkadaş olduğunu?
Her şeyi paylaşmak isterdim. Acısıyla, tatlısıyla... Toplumun benim tanıdığım Tayyip Erdoğan’ı tanımasını isterdim. Gerçekten bunu çok arzu ederdim. Beni olduğum gibi yakın tanımalarını isterdim. Ülkelerini yöneten kişisi gerçek anlamda, duygularıyla, doğrularıyla bilmelerini isterdim. Ama her bir cümle o kadar değişik algılanıyor ki bunu yapamam. CHP içinde benim çok sevdiğim insanlar var. Şimdi ben Halk Partili miyim? CHP içinde çok üst konumda, benim yanımda çalışmış, benim işe aldığım, iş hayatına burada başlamış bir insan var. Şimdi ben CHP’li miyim?
Ahmet Hakan’ın sizinle ilgili bir yazısı vardı. Onunla bir öğle yemeği yediğinizde, Tayyip Erdoğan’ın gelini ve oğlunun şirketinize olan ortaklığı meselesinin ardından, size “AKP’li misiniz” diye sormuş. Siz de “Ben AKP’li değilim, beğendiğim işleri çok, beğenmediğim tarafları da var, ama ben Tayyip Erdoğan’cıyım, komünist partiden de olsaydı onu desteklerdim” demişsiniz. Bu konuşma doğrudur sanırım değil mi?
Yazılmak üzere yapılmış bir sohbet değildi o. O süreçte belirli arkadaşlarla işin doğrusunu anlatmak üzere konuştum. Yani sadece o andaki hakkımda atfedilen tüm olayların yalan ve iftira olduğunu, o kişilere belgelerle anlatmaya gayret ettim. Onu konuştum. Görüştüğüm arkadaşların hepsi benimli ilgili izlenimlerimde pozitifler. Fakat yazı üslupları ne ise öyle hareket ettikleri için, benim tercih etmeyeceğim yazılar da ortaya çıktı. Ahmet Hakan’ın yazısı güzeldi, sonunu kötü bağlamıştı hatırladığım kadarıyla.
Eşimle 25 senede bir günümüz bile küs geçmedi
Düşündüğüm şeyi uygulamam lazım. İnandığım yolda çok mücadeleciyimdir. Bir tek eşim beni geri döndürebilir. Motivasyon duygum çok kırılgandır ama. Arkadaşlarım “Cihan’ın benzinini doldurun” der. Teşvik, alkış görmem lazım, haksızlığa uğramamam lazım. Kavga ortamını sevmem. Ekibimin de mutlaka kararımı sevmesi gerekir. Fenerbahçe’nin Türkiye başarısı beni kesmez. Dünya başarısı lazım. Sinirimin, kırgınlığımın süresi saniyelerle kısıtlıdır. Kimseye kin gütmem. Unuturum, unutmaya özen gösteririm. Pozitif bir insanım. Hayata da böyle bakarım. Mutlaka her akşam pozitif hayal ve duygularla yatarım. Eşimle 25 senede bir gün bile küs geçmemiştir. O an için eşim çok hatalı bile olsa barışacak ortamı yaratırım. Barışık olmayı severim. Biri bana küsse huzursuz olurum, mutlu olamam. Mutluluk benim hayatımda çok öncelikli bir şey. Şaka, espri benim olduğum topluluklarda ön plandadır. Seyahatlerde planı ben yaparım. Ama 10 gün öncesinden yapmam, hep son dakika uçak bileti bulacağız diye uğraşırız. Hiçbir seyahati plana uygun tamamlamamışımdır. Genelde önce dönerim. Sürpriz yaparım aileye.
Babamın tek kolu olduğu için tekstil yerine kuyumculuk işine girdi
Şimdi zengin olmadık, zaten varlıklı bir aileydik dediniz. Dededen varlıklısınız...
Denizli’nin Çivril kazasındanız. Manifaturacı olarak başlıyor dedem. Altın takı ve kumaş aynı dükkanda satılırmış o dönemler. Düğün alışverişi yapanlar elbise için kumaşı ve takacakları altını beraber alırlarmış. Babam, tek kolu yoktur. Bir yaşında tren kazasında sağ kolu rayın altında kalıyor, kangren olmasın diye kesiyorlar, aslında kurtulacak bir şeyken... Tek kolu olduğu için metre ile kumaşları ölçemiyor. O yüzden bizim aile işi, manifaturacılık yerine kuyumculuk olmuştur. Çivril’in en varlıklı ailesi dedemin ailesi. Ama babam kabına sığamıyor.
İstanbul’a gelmek istiyor. Dedem çok gönülden razı olmamasına rağmen babama izin veriyor. Çok cüzzi bir para veriyor, “Geri dönmek yok, ayakkabı boyarsın ama ayaklarının üzerinde durmayı öğrenmelisin buradan gidiyorsan” diyor. Amcam zaten daha önce İstanbul’a gelmiş. Sürekli babamı çağırıyormuş, çünkü babamın gerçekten iyi bir iş zekası var. Vücudunuzda eğer bir eksiklik varsa, onu kapatmak için daha gayret sarfediyor ve daha başarılı oluyorsunuz. 44 yaşındayım, babamın bir gün bile bir kolu olmadığını hissetmedim. Her işini kendi yapar. Vitesli araba kullanır.
Atasay hem babanızın hem oğlunuzun şirketinizin ismi....
Şirketi babam kurdu, sonra beraber geliştirdik, büyüttük. Asgold vardı aslında. Sermayeden daha önemli olan şey, bizim hayatımızda güven. Hayatımızın her noktasında bu böyle.
Bu işin kuruluşu da buna dayanıyor zaten. Babam İstanbul’a çok az bir parayla geliyor, ama güvene dayalı ilişkiler sayesinde tüm Anadolu babama altını önden veriyor. Fazla altınlarını babamda tutuyorlar. Babam da bu sayede sermayesinden büyük işler yapabiliyor.
Babamın bana öğrettiklerini ben oğluma öğretemiyorum
Kapalıçarşı’da bir dükkan olarak mı başladı bu iş?
Başlangıçta bilezik atölyesi olarak başlıyor. Ayrıca ilk aktif pazarlama. Babam arabayla tüm Anadolu’yu dolaşıp mal veriyor, mal alıyor.
Bizim ilklerimiz çok fazla. Bu sektörde ne ilk ve yenilik varsa bunu bizim kurumumuz Atasay yapmıştır. Sektörümüzde öncüyüz.
Siz de hep babanızla mıydınız? Eğitiminiz ne?
Lise mezunuyum. İlkokuldan beri yaz tatili bilmem. Arkadaşlarım oynarken ben babamla beraber işe gidip gelirdim. Bulunduğumuz yeri Allah’ın bir lütfu olarak görüyorum. Çok da şanslıyım, babamla hep çok iyi anlaştım. Çok yakın çalışıp, babamdan iyi eğitim aldım. İyi baba oğul değilizdir, iyi arkadaşızdır.
Birbirimizden sakladığımız sırrımız yoktur. Babamın bakışından ne istediğini anlarım. 44 yaşındayım hâlâ kızdı mı, incinir mi telaşını yaşarım. Ve ürkerim onu kırmaya, kızdırmaya. Ama bunu korkutarak yapmadı. Kurduğu ilişki, sevgi ve yakınlığıyla yaptı. Babam tahrik ederek, teşvik eder “Ahmet’i duydun mu ne yapmış” gibi. Beni hep tahrik eder. “Yapma” derim artık. Hayatım boyunca iki kere dayak yemişimdir babamdan sadece. Ama diliyle bugün bile döver.
Bugün en üzüldüğüm şey, kendi oğlumun hayata atılışında ona cari manada babam kadar eğitici ve yakın olamamam. Bir kere nesilden nesile daha yumuşak ve çocuğumuza kıyamaz hale geliyoruz. Ayrıca işlerimden vakit de ayıramıyorum Atasay’a. Bunu talep ediyor ama beni de kendi işimden alıkoymak istemiyor. Şimdi mesela Fenerbahçe var, ona ayıracağım zaman iyice azaldı. Geçen sabah çok duygusal anlar yaşadık oğumla mesela.
Küçük bir sermaye ile Türkiye’de ilk döviz gişesini ben açtım
Babadan oğula geçen şirket işlerinde, hep acaba oğulun başka bir şey yapma şansı var mıdır diye merak ederim. Sizin başka bir iş yapma şansınız var mıydı?
Babam o şansı verdi bana. 16 yaşında benim dükkanım vardı. Babamdan aldığım sermaye ile bugünün parası 60 ya da 90 bin lira sermaye ile döviz gişesi açtım. Bunu Türkiye’de yapan ilk kişi benim. Hemen sonrasında Deha Menkul Kıymetleri kurdum. O dönem bunlar ilkti. Borsacılığın bu günlere gelmesinde emin olun bizim o şirketin büyük payı var. Dövizin, altının legal hale gelmesi Özal zamanında bizim verdiğimiz raporlar sayesinde oldu. Benim ve ailemin yaşamında sektöre kazandırımlarla ilgili çok ilk var. Bunu hiç çekinmeden söyleyebilirim. 21-26 yaş arası çok iyi işler yaptım, çok para kazandım. Sonra babam bir gün “Gelmeni istiyorum artık” dedi. O sırada Asgold var. Atasay sadece bir mağaza Kapalıçarşı’da. “Seni varis olarak istemiyorum. İnandığım için istiyorum” dedi. Ben de geldim ve doğru karardı.
Onu Başbakan olmadan bir seviyorsam, şimdi üç seviyorum
Aranızda geçen diyalog doğru mu ama değil mi? Siz AKP’li değil ama Tayyip Erdoğan’cısınız...
Benim siyasi bir kimliğim yok. Olmamalı da zaten. Ben herkes için üreten bir şirketin sahibiyim. Bu kadar kutuplaşma olduğu bir dönemde olmaktan hiç hoşlanmıyorum zaten. Benim yapıma çok ters, ocu bucu olmak. Geçen gün İzmir’de başıma bu tip bir şey geldi. “Tayyip Erdoğan’ın arkadaşı bilmem ne...” Medyanın başarılı bir şirkete bunu yapma hakkı yok. Benim sayın Başbakan’la bir dostluğum, bir arkadaşlığım var. 15 yıla dayanıyor bu, Başbakan olduktan sonra ya da denildiği gibi işlerim yüzünden başlamadı bu dostluk. Belediye Başkanı olduğu dönemden başlıyor. Babamın ahbaplığı çok daha eskiden. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ı çok yakınen tanıyorum tabii ki, öyle bir şansım oldu. Yapısını, kişiliğini, yönetim biçimini, olaylara bakışını, ülkesine bakışını daha yakinen tanıma, bilme fırsatım oldu. Dolayısıyla da Tayyip Erdoğan’ın bir yönetici, iyi bir lider olduğunu biliyorum. Bakın, şu anda toplumun refahı için 24 saat çalışan bir Başbakanımız var. Bu beni etkiliyor. Bütün iyi niyeti ve bütün samimiyetiyle çalışıyor. Ülkesinin dünyada daha yukarıda konumlanması için her açıdan elinden gelen bütün gayreti gösteriyor. Genel siyasi bakış olarak söylüyorum, pozitif yönde, yenilikçi ve statükocu olmayan bir yolda ülkenin gelişimi için 24 saat çalışan bir Başbakan, ki Başbakan olmanın kazandırdığı birçok imkan, rahatlık, güzellik vardır insan için... Bunların hiçbirini sıhhatini bile vererek kullanmayan biri Tayyip Erdoğan, niçin sevmeyeyim. Bu bana niye ödetilmeye çalışıyor, siyasi malzeme yapılıyor anlamıyorum. Ben Tayyip Erdoğan’ın yönetim biçimini beğeniyorum, güveniyorum. Bu liderlik tarzını seviyorum. Bu nitelikleri gördüğüm kim varsa, onu severim ben. Ülkesinin menfaatini koruyan, önünü açan, ticaretin önünü açan... Ben ona oy veririm. Onu desteklerim. Bir iş adamının particiliği olacağına inanmıyorum, olmaması gerekir. Ben bir partici değilim. Lidere, ekibine, anlayışına bakıyorum. Kim en iyiyse onu destekliyorum. Pozitif üretkenlikten hoşlanıyorum. Sadece olumsuzluk üreterek yapılan siyaseti sevmiyorum.
Gerçekten bu kadar çok mu seviyorsunuz ülkenizi? Herkesin sevdiği bir şey “Ben o kadar çok seviyorum ki” diye anlatılınca, hep çok şaşırırım ben.
Ben ülkemle ilgili her zaman ağlarım. Bizden daha gelişmiş bir ülkeye gitsiysem hasedimden çatlarım. Samimi söylüyorum. Bir yerde bir hafta kalayım “Havasına, suyuna, taşına, toprağına” çalsın ağlarım. Tayyip Erdoğan’ı Başbakan olmadan bir seviyorsam, şimdi üç seviyorum... Çünkü bu ülke için çok güzel şeyler yaptı, yapıyor. Canıyla mücadele ediyor.
Hasan Abi Bodrum’da değil Almanya’da öldü
Bugün tam bir sene oldu Hasan Doğan’ı kaybedeli... Sizin çok yakınınızdı, hatta hayatını kaybettiği sırada siz yanındaydınız. O acı, hayatla ilgili yeni ne düşündürdü size?
Allah mekanını cennet eylesin. Son dönemlerde bu konu hayli duygusallaştıran bir konu, çünkü Hasan Abi bugünlerin insanıydı. Şu yaşadığım geçmiş üç ayın dostuydu, arkadaşıydı. Çaresiz kaldığım anlarda dertleştiğim bir insandı. Öyle bir adamdı. Onunla yaptığım sohbetin arkasından her zaman bir rahatlama, bir huzur hissederdim. O kadar mutlu çıkardım ki girdiğim o psikolojiden, beni bambaşka bir boyuta taşırdı. Çok dostluklarım arkadaşlıklarım oldu, ama Hasan Abi çok başka bir ölçüymüş. Bir insanın her şeyi paylaşabildiği bir dostlukmuş. İnsan arkadaşının hayatının hangi parçasını tamamladığını öldükten sonra anlıyor. Benim hayatımda bambaşka yeri var.
Fenerbahçe yönetimine girmenizi destekler miydi sizce? Ne derdi?
İlk günden beri federasyon başkanı olmam için ısrar ediyordu Hasan Abi. Önce yönetime girmemi, ardından da başkan adayı olmamı istiyordu. Çünkü bir işi yaparsam, en olumlu neticeyi alma arzumu ve ısrarımı bildiği için, “Gel bu federasyona sen gir, ben hiç olmayayım, bu takım mutlaka Avrupa ya da Dünya şampiyonu olur” derdi. O sırada kendi iş hayatımdaki yük buna izin vermemişti. Kendi yönetimine de girmemi istemişti. Ama biz Hasan Abi’yle olayları çok boyutlu konuşup tartışabiliyorduk. İkimizin birden Federasyon’da olması çok farklı algılanabilirdi. Bunun farkındaydık tabii ki. O yüzden ben girmedim. Futbol, Hasan Abi’nin hayatında çok büyük yer teşkil ediyordu. Levent Bıçakcı yönetiminden sonra ailesi, ben, hepimiz karşı çıkıyorduk bir daha futbolun içinde olmaması için. Çünkü o kadar içten yaşıyordu ki, kendisini o kadar yıpratıyordu ki, ailesi bunu istemiyordu tabii. Ortağı Ethem Sancak rest çekmişti, kesinlikle karşıydı. Fakat bütün kulüpler birleşip ortak aday gösterince dayanamadı. Herkesi ben ikna ederim, “Yolun açık olsun” dedim ben de.
Ağır yemek yemedi sonrasında da saunaya değil hamama girdi
Çok üzülür müydü?
İlk dönemde çok hırpalanmıştı. Kendi başkanlığında daha rahattı. Avrupa Şampiyonası’nda başarılı olunda ama Almanya’da finale çıkma şansımızı kaybettik. Ve Hasan Abi Bodrum’da değil, Almanya’da öldü. O günden sonra bir daha yüzü hiç gülmedi. Moral ve motivasyonu çok düştü. Güldüremedik bir daha Hasan Abi’yi. Beraber olduğumuz hiçbir noktada mutlu olamadı. Orada çok ağır darbe aldı. Kupayı ülkeye getirmek istiyordu.
Bodrumda, o gün ne oldu?
Hep “Çok ağır yemek yedi, arkasından hamama girince” gibi şeyler yazıldı. O gün Hasan Abi asla ağır bir yemek yemedi. Dört saate yayılmış bir yemekti. Ve Fatih Terim’le sürekli “Ne yaparız, ne ederiz”i konuştular. Onu çok heyecanlandıran konular olduğu için yanındaydım zaten, gördüm de, ağzına yemek koymaya fırsatı olmuyordu. Hafif bir yemek oldu yani. Devamlı konuşuyordu. Arkasından yine çok uzun zamana yayılan bir hamama girdik, saunaya girmedik... Onun da arkasından serinlik denen yerde yattık. Tekrar duş aldık, giyindik. Çıkarken 25 tane falan merdiven vardı. Son iki basamakta “Arkadaş gögsümde bir ağrı var” dedi. Hasan Abi kendini dinleyen bir adamdı, o yüzden huzursuz, tedirgin olmasın, kafaya takmasın diye “Bir şey değildir, geçer” dedim. On adım attık, asansöre yaklaşırken sırt üstü düştü. Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. O kadar güç, para, pul, hiçbir şey yapamıyorsun. Hiç olduğunu anlıyorsun bir anda. Çelişkilerle dolu. İlk sayın Başbakan’ı aradım, bir şey yapsın diye. Öyle bir inanıyorum ki otel yarılacak, Hasan Abi’yi alacaklar ve kurtaracaklar.
Ben şucu bucu değilim, sadece bir parti lideriyle dostum
Cihan Kamer röportajı zor başladı, zor bitti...
Haberin Devamı