CHP’yi destekleyen ama “Ben bunları değil, öz CHP’yi tutuyorum” diyen... Hatta CHP’yi desteklediği için aslında tuhaf bir huzursuzluk da duyan bir arkadaşım, belki beni bu zor günlerde hayatla buluşturmak için, belki de gerçekten kendisi bile artık bu CHP giderek karikatürleşmeye başladı diye düşündüğünden gülerek “Duydun mu? ‘Ordu kağıttan kaplanmış, biz onları asker zannettik’ dedi Süheyl Batum.”
İlk aklımdan geçen, “CHP yine mi Süheyl Batum açıklamasıyla gündemde?” sorusu oldu.
“Kılıçdaroğlu çok kızıyordur” dedim arkadaşıma...
Kemal Kılıçdaroğlu’nu yakından tanısam, telefon edip sormak isterdim doğrusu, “Gerçekten bu açıklamaların manası ne? Sizce Süheyl Batum ne yapmaya çalışıyor?” diye...
Bu soruların cevabı mutlaka vardır çünkü...
Mutlaka...
Gazetelerden birinde gördüm, Kemal Kılıçdaroğlu, Süheyl Batum’un bu sözleri sorulunca, öyle bir yüz ifadesiyle “Bir şey söylemek istemiyorum” demiş ki...
Batum acaba o yüz ifadesini gördüyse ne düşündü?
Ya da bir şey düşündü mü?
Çünkü o yüzü görenler CHP’nin aslında nasıl bir karışıklık içinde olduğunu kolayca anlıyor...
Bazı futbolcular vardır...
Topu ayağına alır, kafasını önüne eğip hiçbir yere bakmadan koşmaya başlar...
O hızla dümdüz gidip auta çıkar.
CHP de kafasını önüne eğmiş koşturup duruyor... Ya da CHP’nin içindeki bazı kişiler...
Çevrede ne olup bittiğine hiç aldırmıyorlar...
Hem Türkiye’de hem dünyada bu çağın en önemli değişimleri yaşanıyor, hemen burnumuzun dibinde hayatlar değişiyor...
Bütün bu değişimlerin serpintisi bizim üzerimize de yağıyor...
Ama ne CHP, ne Süheyl Batum bunların hiçbiriyle ilgilenmiyor... İlgilenmediği gibi ülkede olup biten her şeyin sebebini ve çaresini garip yerlerde arıyor.
“Ah be, şu askerler kağıttan kaplan olmayıp şu AK Parti’yi bir devirseydi ya” diyor aslında...
Türkiye’de, genel başkan yardımcısı “siyasete müdahale etmiyor diye askere kızan” CHP, sanki toplumsal bir şaka gibi sosyal demokratlığı temsil ediyor.
Siz yapılan hataları okudukça şaşırmıyor musunuz?
İnsanın aklı almıyor.
CHP hâlâ mı “asker” diyerek oy alabileceğini zannediyor?
Hâlâ mı demokrasiyi, parti içinde “darbeci söylemlere” özgürlük tanımak zannediyor?
Galiba öyle...
Ama biri Kılıçdaroğlu’na söylemeli, “Deniz Baykal bir skandal yüzünden gitti, siz de galiba Süheyl Batum yüzünden gideceksiniz efendim“ diye...
Pınar Selek Davası
Bugün sabah 10.30’da Mısır Çarşısı davasından iki buçuk yıl hapis yatan, iki kez beraat eden Pınar Selek tekrar yargılanıyor.
Mısır Çarşısı bombacısı diye tanıttıkları, sosyolog Pınar Selek...
1998’de başlayan süreç bugün sonuca bağlanacak.
Ama hukuki tarihi çok kirli bir dava bu.
8 yıl yargılanıp 2006’da beraat eden, ardından bu karar Yargıtay’ca bozulan, tekrar yargılama yapılıp 2008’de tekrar beraat eden, tekrar bu karar bozulup, Pınar Selek’e ağırlaştırılmış müebbet hapsi istenen bir tarih bu.
Bu beraat kararlarını bozan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, meşhur bir daire.
Hrant Dink’i mahkûm eden, onun ölümüne giden yolun taşlarını döşeyen, verdiği kararlar yüzünden AİHM tarafından mahkûm edilen bu ceza dairesi, şimdi de Pınar Selek’i yok etmek istiyor.
Bugün 12. Ağır Ceza Mahkemesi bir karar alacak...
Davayı hiç takip etmemiş, Pınar Selek adını bir kez dahi duymamış olsak bile, kötü niyetli değilsek ve akıl sağlığımızda da sorun yoksa, şunu çok hızlı kavrayabiliriz ki, müebbet hapis isteyen bir yargıcın o kişinin o suçu işlediğine yüzde yüz inanması, inanmak için de büyük bir kanıtı olması gerekir.
Bu hikâyenin en azından hukuki tarihi size bu güveni veriyor mu?
Bana vermiyor...
Ben Pınar Selek’i hiç tanımadım...
Ama onu uzaktan hep takip ettim.
Hakkında çok yazı okudum.
Çok sevdiğim ve aklımdan hiç çıkmayan bir yazı var onunla ilgili yazılmış.
Radikal yazarı Yıldırım Türker yazmıştı. Şöyle diyordu:
“Birkaç ay önce Berlin’de buluştuğumuzda kaygılarımı dindirmek için orada edindiği arkadaşlardan, hayatının rahat ve iyi yürüdüğünden söz ediyordu. Bana dönüp büyük bir içtenlikle, ‘Biliyorsun, ben çok şanslıyımdır’ dedi. Hayır, şaka yapmıyordu.
12 yıldır kâbus yaşatılan, üzüntüden kalbi duruveren anasının acısından, yaşadığı işkencelere kadar kaç kat cehennem hayatına itilen Pınar, gerçekten de şanslı olduğuna inanıyordu.”
Çok sevmiştim bu masumiyeti...
Hayatın en zor yanlarıyla yaşamayı öğrenmiş genç bir kadının yaşam neşesi beni derinden etkilemişti.
Bugün, adaletin ve hayatın bu genç kadına, ondan çaldıklarını geri vereceğine inanıyorum..
Babalar ve kızları
Milliyet Gazetesi’nde Songül Hatısaru’nun İshak Alaton röportajını beğenerek okudum.
Aynı röportajda kızı Leyla Alaton da vardı.
Nerede bir baba kız röportajı görsem okurum ben aslında.
Kızlar için, babaları ne ifade eder hep merak ederim.
Babasıyla eşit egoya sahip kızlar beni şaşırtır.
Baba güçtür... Baba güven verendir...
Eşitlik aslında farkında olmadan babanızı, yani gücünüzü azaltır...
Babasını çok seven, ona güven duyan kız çocukları için önemli olan eşitlik değildir...
Sizce yanılıyor muyum?
Bu sorunun cevabını, dünyanın sadece yüzde ikisi biliyor
Masanın üzerinde kitaplar birikti...
Dönüp bakmıyorum ama en üstte bir kitap duruyor, her yanından geçtiğimde gözüm ona takılıyor...
Einstein Bulmacası kitabın adı... Hemen altında da aklınızın sınırlarını zorlayacak bulmaca ve paradokslar yazıyor...
Mustafa Denizli’nin, Çeşme’li çok yakın dostlarından biri “Ne zaman bunalsam sudoku çözüyorum, beni çok dinlendiriyor bu” demişti... Onu hatırladım bu kitabı görünce.
Kafamı boşaltırım, belki de gerçekten iyi gelir umuduyla, kapağını kaldırıp sayfaları arasında dolandım...
Kitapta altı bölüm var.
Mantık ve olasılık, doğru akıl yürütemeyince, gerçek yaşam, hareket sonsuzluk ve belirsizlik, felsefi açmazlar, tam bir paradoks...
Her bölümün içinde de dört, beş ya da altı tane bulmaca var...
Einsten Bulmacası neymiş diye önce ilk bölümden başladım...
Dünyanın en zor bulmacasıymış.
Albert Einstein bunu çocukken tasarlamış.
Dünyanın yaklaşık yüzde ikisi doğru yanıtı bulabilmiş.
Kitapta, bir kandırmaca yok. Tek bir yanıtı var bulmacanın. Çözmek için düz mantık ve sabır gerekiyor diye yazmış...
Sabırla sınandığımı düşündüğüm şu günlerde, bu bulmaca bana uygun diyerek başladım.
Soru şu: Beş farklı renkte beş ev var. Her evde farklı bir ülke vatandaşı yaşıyor. Beşinin de sevdiği bir içecek, uğraştığı bir spor, beslediği bir hayvan türü var. Besledikleri hayvanlar, uğraştıkları sporlar, sevdikleri içecekler birbirlerinden farklı.
Ve size kutudaki bilgileri veriyor... Ardından da soruyor: Kimin balığı var?
Einstein gibi akıl yürütebiliyorsanız kitaptaki en kolay soru buymuş...
Felsefeciler, bulmaca ve açmazları hafif eğlenceler olarak değil, dünyaya ilişkin fikirlerimizin gelişmesine katkıda bulunan kaynaklar olarak görüyorlarmış...
Tam da hepimizin ihtiyacı olan şey...
Bir bulmaca çöz hayatın değişsin...
* İngiliz kırmızı evde yaşıyor.
* İsveçli’nin köpekleri var.
* Danimarkalı çay içer.
* Yeşil ev, beyaz evin solundadır.
* Yeşil evin sahibi kahve içer.
* Futbol oynayan kişinin kuşları var.
* Sarı evin sahibi beyzbol oynar.
* Ortadaki evde oturan adam süt içer.
* Norveçli ilk evde oturuyor.
* Voleybol oynayan kişi kedileri olana
komşu oturuyor.
l Atı olan beyzbol oynayana komşu oturuyor.
l Tenis oynayan kişi bira içer.
l Alman hokey oynar.
l Norveçli mavi eve komşu oturuyor.
l Voleybol oynayan adamın komşusu su içer.