Geçen gün Boğaz’ın kenarındaki mahallelerden birinde, bir cafede yangın çıkmış.
Cafe o sırada kalabalıkmış.
Yangın alt kattaki mutfakta başlayıp, hızla yukarı doğru yayılıyormuş.
“Yangın var” diye bağırmış orada çalışanlardan biri.
Ama insanlar yangın başladığını duyduklarında beklenmeyen bir şey yapmışlar, oradan hızla kaçacaklarına, yangına hiç aldırmadan, cafenin içine doğru iyice girip ne oluyor diye bakmaya başlamışlar.
Arka arkaya mutfaktaki tüp gazlar patlayınca da sayısız insan yaralanmış.
Ben de aynı şeye şaşırdım.
“Yangın var” çığlığını duyan insanların niye hemen kaçmadıklarını anlamak kolay değil.
Biz nedense yangından, trafik kazasından, fünyesi çıkarılmış el bombasından, son sürat giden trenlerden, telleri açıkta duran elektrik kablolarından pek korkmuyoruz...
Buna karşılık, müdürlerden, jandarma onbaşısından, hastane kapıcısından, otobüs şoföründen çok çekiniyoruz..
Eminim yangın çıktığında otoriter bir ses ‘kaçın’ diye bağırsaydı, bugün o yaralıların hepsi sağlamdı...
Tuhaf işte, bir otoritenin verdiği emirle kaçmak yiğitliğimize dokunmaz da bizim, kalabalığın için de kendi başımıza kaçmak ayıp gelir.
Her şeyi emirle yapıyoruz biz.
Buna alışmışız.
Yüzyıllardır bedava asker olarak dünyanın dört bir yanında ‘padişah emriyle’ dövüşüp ölmüş atalarımızdan, bize kalan bir alışkanlık bu herhalde.
Kendi başımıza hiçbir şey
yapamıyoruz.
Birinin mutlaka emir vermesi
gerekiyor.
Geçen gün de bunu anlatmaya çalışıyordum, belki de bu yüzden demokrasiden hoşlanmıyoruz.
Çünkü demokrasi insanlara sorumluluk yüklüyor, hakkını savunma görevi veriyor, mücadele kulvarı açıyor...
Bizler emir alıp itaat etmeye çok alışkınız ve bundan çok hoşlanıyoruz.
Kul olmanın o acıklı sorumsuzluğuna, boynu büküklüğüne çok alışmışız...
Hep bir büyük adamın işleri bizim adımıza çözmesini istiyoruz...’ diye.
Barışı bile emirle yapıyoruz...
Barış emirle de olsa itiraz edilecek bir şey değil tabii ama acıklı değil mi bir başkası söyledi diye bunu yapmamız?
Ne kadar az insan barış için ortaya çıkmıştır şimdiye kadar, değil mi?
Ne kadar azımız bunun için mücadele etmiştir.
Biri “barış olacak” diye emir verirse buna uyuyoruz ama kendiliğimizden ‘barış olsun’ diye ortaya çıkmıyoruz.
Bize ‘savaş’ için, ‘barış’ için, laiklik için, muhafazakârlık için, cumhuriyet için emirler verenleri bulabiliyoruz ama bu emirleri verenlerin hepsi de emirlerine bir de ‘demokrasi gelmesin” emrini ekliyorlar.
Kimse ‘demokrasi gelsin’ diye emir vermeyince demokrasi isteyen de
olmuyor.
Demokrasi de emirle olacak bir iş değil zaten, onu sen isteyeceksin.
Ama ne yazık ki kendi başımıza tehlikeleri görüp olabilecekleri değerlendirmek, kararlar almak, özgürlük ve demokrasi istemek bize imkansız geliyor.
O yüzden bir yangının kenarında ya da bir savaşın içinde durabiliyoruz hiçbir şey yapmadan...
Ölmeyi göze alıyoruz da doğruyu söylemeye korkuyoruz...
Biz barışı bile emirle yapıyoruz...