Bana “Yuh yani Shakespeare” dedirten adam: Kılıçdaroğlu

Haberin Devamı

Gazete yazarlığına başlarken, çok yararlı tavsiyeler almıştım bu işi yapanlardan, dostlardan, yazıyı sevenlerden...

Bir tanesi çok hoşuma gitmişti.

Demişti ki:

“Ben mahalle aralarında öğrendim kafa atmayı, sustalı taşımayı, küfretmeyi, sigara içmeyi, sokak kahvelerinde bilardo oynamayı... Okulda bize Baki’yi, Fuzuli’yi, Dickens’ı, Edgar Allan Poe’yu öğrettiler. Hayatım boyunca ikisinin de yardımını gördüm. Kitaplar güzeldir ama sakın sokaktan öğrendiklerini es geçme yazarken.”

Dediğini çok iyi anlamıştım.

Ama içimden de şu geçmişti; mahalle aralarında öğrendiklerime ihtiyacım olmaz... Aklı başında, zarif, efendi bir dille yazmak lazım.

Ama burası öyle bir yer ki, burada kitaplardan öğrendiklerimize yer yok.

Karşılaştığımız olaylar, kitaplardan öğrendiğimiz seviyeyle tepki vermemizi mümkün kılmıyor her zaman.

Bir mahalle arası bıçkınının bol küfürlü öfkesiyle davranmaya zorluyor insanı. Daha önce hiç mahalle bıçkını görmemiş olsanız bile...

Gazetelerde televizyonlarda okuduğum, seyrettiğim seviyesizlikle, zekasızlıkla oy kazanabileceğini sanan politikacıların olduğu bir yerde yazı yazanların uzun uzun cümle kurmalarına gerek yok zaten.

Eğer zarif gözükmek gibi bir derdiniz de yok ise çok rahatlıkla “oha, çüş, yuh” gibi tek heceli sözcüklerle derdinizi anlatabilirsiniz.

Danıştay ve Yargıtay’da yeni daireler kurulmasını öngören yasa tasarısının görüşmeleri sırasında, TBBM Adalet Komisyonundaki CHP’li üyeler, komisyon üyeliğinden istifa etti.

Cumhuriyet tarihinde bu bir ilkmiş.

Ayrılırken, CHP’li milletvekilleri bir bildiri yayınladı, halkı sokak sokak mahalle mahalle direnişe çağırdı.

Yani CHP, yaklaşan seçimde AK Parti’yi sandıkta değil, bayağı askeri de kışkırtıp bir sokak hareketi yaratarak yenmeyi aklından geçiriyor.

Beş ay sonra seçim var.

İnsan kendisini destekleyenlerden utanır...

Seçimde kaybedeceğini insan bu kadar açık, erken, net kabul eder mi?

Sokak direnişi hayali, bunu gösteriyor.

Daha da vahimi bunun sahip oldukları ve inandıkları tek plan olması...

İşte tam burada, o üç kelimeden birini, hangi kitabı okumuş olursanız olun, hangi üniversiteyi bitirmiş olursanız olsun rahatlıkla söyleyebilirsiniz...

***


Sadece bu kadar değil ki!

Kılçdaroğlu bir açıklama yaptı ve Hizbullah-AK Parti bağlantısını kanıtlamak için bir telefon kaydından bahsetti. Yasadışı kaydedilmiş bir telefon konuşması...

Burası zaten bir tuhaf, çünkü bizzat kendisi usulsüz telefon dinlemelerinden şikayetçi değil miydi Kılıçdaroğlu’nun?

Ardından da şu açıklamayı yaptı CHP lideri:

“Henüz dinlemedim kasedi, dinlesem de açıklayamam.”

Önce “Kaset var” dedi, arkasından “Kasedi dinlemedim” dedi, yakında da kim bilir ne açıklayacak muhalefet lideri.

Bu kadar ciddi bir suçlamanın arkasından söylediklerine bakın.

Ne demiş Samuel Johnson:

“Geleceği satın alabileceğiniz tek şey bugündür.”

Kılıçdaroğlu ise geleceği bugünden satıyor.

Seçimden, başarıdan, ciddiyetten vazgeçiyor.

İster Shakespeare‘den bir “Olmak ya da olmamak” çekin, ister mahalle aralarından tek hecelik bir “nida” çıksın dudaklarınızın arasından.

İster kitaptan konuşun, ister sokaktan...

Anlatacağınız aynı şey.

Bu, muhalefet falan değil, aczin getirdiği tehlikeli bir zavallılık...

Kılıçdaroğlu ve CHP böyle giderse, iki yıla kalmaz Erdoğan “başkan” olur.

Söylemedi demeyin. Ya da şöyle söyleyeyim: Yuh yani Shakespeare!

***


Lig TV düşüşte, TRT 1 çıkışta!

Pazar geceleri, tıpkı erkekler gibi spor programları arasında sörf yapmaya bayılıyorum.

Geçen hafta da iki programı özellikle izledim, Lig TV’deki Maraton ile TRT 1’deki Stadyum.

Maraton’da dikkatimi çeken bir ritm bozukluğu var.

Mustafa Denizli’nin pozisyon değerlendirmelerini çok öğretici buluyorum. Maçta dikkatimi çekmemiş pek çok detayı ondan öğreniyorum. Gol kimin hatasından olmuş, kim iyi bir hareket yapmış gibi. Zaten çevremdeki erkekler de buna benzer şeyler söylüyorlar Denizli için.

Ancak Denizli, sanki programda istediği kadar konuşacak alan bulamıyor.

Gereksiz bir telaş içinde Denizli’nin sözleri sürekli kesiliyor. Şansal Büyüka onunla konuşucağına, sürekli Marcus Merk’e dönüyor... Bilenlere bunun nedenini sordum, “Programın temposunu yükseltmek için” dediler.

Buna güldüm... Çünkü programda, izleyici maillerinin okunması ve Marcus Merk’in sözlerinin tercüme edilmesi gibi zaten yavaşlatıcı etmenler var. Hangi temponun düşmemesi için bu önlem anlamadım doğrusu.

Mesele tempo ise... futbolcu, özellikle yabancı futbolcu röportajlarının uzun uzun ve canlı canlı verilmesi yerine, maçın analizlerinin uzun uzun yapılması daha akıllıca geliyor bana. Röportajlar maçtan sonra verilsin.

Zaten Lig TV’den başka bunları verebilecek bir kanal da yok.

Sonuçta Maraton’da iyi bir moderatör, iyi bir teknik analizci ve iyi bir hakem hocası olmasına karşın, zaping yapıp TRT 1’e geçtim.

Ve çok şaşırdım... Meğer yeni bir ikili doğmuş. Sergen Yalçın ile Hakan Şükür, maçları beraber yorumlamaya başlamışlar...

Hakan Şütür, Türkiye’de futboldan gelmiş ve oradan hayatını kazanan insanlar arasında Türkçe’yi en iyi kullanan kişi. Teknik açıdan da merak ettiğim herşeyin cevabını veriyor. Üstelik aşırı G.Saraylılık veya F.Bahçe düşmanlığı da yapmıyor. Müthiş dengeli ve inandırıcı konuşuyor.

Bir de yanında, Sergen gibi bir “canlı bomba” olunca, programa hareket gelmiş.

Ben özellikle üç Büyükler’in puan kaybettiği veya işlerin yolunda gitmediği haftalarda Sergen’in yorumlarını dikkate alıyorum çünkü net bir şekilde eleştiriyor.

Bazen açık sözülülükle kabalık arasındaki ince çizgi kayıyor ama bu hafta Hakan’ın mantıklı yorumları müthiş bir denge oldu.

Henüz 5 yıl önce sahada hayranlıkla izlediğimiz 2 büyük yıldız, ekranda da aynı heyecanı uyandırıyor. İkisi de sahada nasılsa, ekranda da öyle... Bundan sonra futbol izlemek için birinci adresim TRT 1 olacak.

***


Ne kadar da Biutiful!

Geçen haftasonu Dot Tiyatrosu’nun yeni oyunu Festen-Kutlama’yı seyrettim.

Pazartesi akşamı da Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu’nun yeni filmi Biutiful’u.

Her ikisine de giderken hayatın sert, sarsıcı, çarpıcı, söylenmemiş ama orada öyle duran gerçekleriyle karşılaşacağımı biliyordum.

***


Inarritu, 2000 yılında “Paramparça Aşklar Köpekler” filmiyle hayatıma girmiş, “21 Gram” ve “Babil” filmleriyle kendine büyük bir yer edinmiş bir yönetmen.

Son filmi Biutiful’da da, senaryo, hikaye, çekimdeki ustalık, Javier Bardem, diğer oyuncular Barcelona’nın arka sokaklarına saklanmış hayatları öyle bir anlatıyor ki...

Karanlık, pis, kalabalık, fakir hayatlar arasında dolanırken, izlediğinizin kurgu değil gerçek olduğunu hissediyorsunuz. Filme büyülenmekle, boğazınızda düğümlenen acı arasında bir türlü seçim yapamıyorsunuz.

Muhtemelen Inarritu da bizden bunu bekliyor zaten.

“En iyi yabancı film” ve “En iyi erkek oyuncu” dallarında Oscar’a aday olan Buitiful ve Javier Bardem, ödülü hakediyor.

Bardem’in oyunculuğu insanı gerçekten çarpıyor. “Sadece bakışı, yemek yiyişi, yürüyüşü bile yeter” diyorsunuz seyrederken.

Film; iç burkucu, uzun, karanlık bir film aslında ama seyredince anlayacaksınız bazen bunların hiçbir önemi olmuyor.

İyi film, her zaman insanı, içinden bir yerlerden ele geçiriyor.

***


Murat Daltaban ise Dot’u kurduğu günden beri bir gerçekliğin peşinde.

Seçtiği oyunlarda hep insanların bir çırpıda söylemeyeceği karanlıklarına dokunmayı seviyor.

Öyle oyunlar seçiyor.

Tiyatroda bu oyunlara, suratına tiyatro veya yüze vurumcu tiyatro deniyormuş.

Yeni oyun da öyle...

Bir aile yüzleşmesi...

Aslında Festen 1998’de çekilmiş bir film, 2004’te de İngiliz oyun yazarı David Eldridge tarafından tiyatroya uyarlanıyor.

Oyunculara, özellikle Ezel dizisinin Psikopat Temmuz’u Rıza Kocaoğlu’na ve yine Ezel dizisinde Ezel’in annesini oynayan İpek Bilgin’e bayıldım.

Kalabalık bir ekip var Kutlama’da...

Aslında bakarsanız bütün oyuncular, bir metre önünüzde hiçbir gerçeği zedelemeden sizi inandırmayı başarıyorlar.

Müthiş etkileyici bir sahicilik yüzünüze çarpıyor.

Sahnede olmak istiyorsunuz...

İyi bir film ve iyi bir tiyatro oyunu izledim geçtiğimiz günlerde.

Hayatın ve insanın karanlıklarının nasıl aydınlandığını gördüm...

Haydı sıra sizde...

DİĞER YENİ YAZILAR