Bahara kanalım... En fazla biraz üşürüz, ne olacak!

Haberin Devamı

Cuma günü “Güneş yaramaz bir çocuk gibi dolanıyor pencerenin önünde. Beni bahar geldiğine inandırmak ister gibi ısıtıyor odamı. Beni kandırmak istiyor.

Hissediyorum... Oysa dışarısı buz gibi. Güneşe kanıp çıkarsanız dışarı, bunu çarçabuk anlıyorsunuz” diye yazmıştım...

Bir okuyucu “Nelere kanıyoruz bu memlekette! Bırakın güneşe, bahara kanalım. En fazla biraz üşürüz, ne olacak?” demiş.

Tek bir satır...

Ama öyle etkiledi ki beni.

Öyle doğruydu ki yazdığı.

Tek bir şey hissettim. Haydi güneşe kanalım gerçekten, en fazla biraz üşürüz ne olacak?

İki gündür bahar havası var İstanbul’da.

Yaramaz bir çocuk gibi dolaşıyor etrafımızda.

Hepimiz temkinli duruyoruz, “Daha önümüzde mart var, kanmayız sana” diyoruz ama kışkırtıcı birşeyler var havada, bunu hissediyoruz.

Ağırbaşlı ve uslu durmaya çalışıyoruz, sokakları, aşkı, kadınları, erkekleri düşünmemeye çalışıyoruz.

Deniz kenarındaki salaş lokantaları, başbaşa yemekleri, ılık bir rüzgarla müziğin ritmine bıraktığımız bedenleri, gülüşmeleri düşünmemeye çalışıyoruz.

Ama düşünüyoruz...

Ben düşünüyorum.

Sokakları, kahkahaları, rüzgarı, çıplak ayaklarla dolaşmayı, deniz kokusunu...

“Ağırbaşlı ve uslu durmaya çalışıyorum, sana kanmam” diyorum ama şu geçtiğimiz iki gün, şubat ayının sonuna yaklaşırken bahar gerçekten pencerelerden içeri giriyor.

T-shirtlü insanlar gördüm cuma günü, cumartesi günü cam açık oturdum yazıyı yazarken...

Yağmur da varmış şehrin bir yerlerinde ama...

Yağmurlar da bahara dahildir nasılsa...

Korkmayalım kanalım.

Bazen baharın geldiğine inanmak bahardan bile güzel olabilir.

Havada kışkırtıcı birşeyler var.

Bahar geliyor gerçekten.

Mart ayı soğuk olsa bile...

Ardından illa ki bahar gelecek nasılsa...

Ağaçlar yeşillenecek.

İğde ağaçlarının kokusu duyulacak. Ardından erguvanlar açacak. Sonra manolyalar... Sonra da yaz gelecek.

Tamam peki, şubat ayının ortasından hazirana bu kadar hızlı geçiş yapmamalıyım.

Haklısınız.

Ama dışarda bahar havası var.

Ağırbaşlı ve uslu olamıyorum. Olmak istiyorum, seçimleri, memleketin durumunu, kutuplaşmayı, sıkıcı daha birçok şeyi düşünüyorum ama olmuyor.

Okuyucunun cümlesi çınlıyor kulağımda:

“Alt tarafı üşürüz, ne olacak?”

Ben bahara kanıyorum.

William Wordsworth’un bir dizesi aklıma geliyor:

“Bırakın da doğa size dadılık etsin.”

Ben bırakıyorum, ben kanıyorum.

Herhalde memleket biz bahara inandık diye batmaz.

*****


Alain de Botton yaşamınızı nasıl değiştirebilir?

Alain de Botton Türkiye’ye geldi.

Günlük hayatın felesefesini yapan yazar... Alain de Botton‘la 2006 yılında edebiyat dergisi K‘nın ilk sayısı için yedi sayfalık bir röportaj yapmıştım.

K dergisi sanırım bu konuda öncüydü, Alain de Botton‘la ilk röportajı yapan yayındı.

Sonraki yıllarda Türkiye’ye birçok röportaj verdi Botton...

2006 yılında, Londra’daki evinde görüşmüştük, bize bolca zaman ayırmıştı.

Heyecanlıydım giderken, çünkü “Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir?” kitabından çok etkilenmiştim Alain de Botton‘un.

Ama konuşmaya başladıktan çok kısa bir süre sonra şiddetli bir hayal kırıklığına uğramıştım.

Yazıyla ve yazarla ilgili söyledikleri, yaşamla ilgili neredeyse sığ denecek fikirleri, acı ve mutluluk tarifleri...

Benim canımı acıtmıştı. Sevdiğim yazarı gözümün önünde öldürüyordu.

İKSV‘de ve Lütfi Kırdar’da bir konuşma yapmak için Türkiye’ye gelen Botton’u dinlemeye giden gazetecileri okudum cuma günü.

Hürriyet’te Onur Baştürk “Hitabet ustası, çok iyi bir konuşmacı, elleriyle inanılmaz bir ilişki kuruyor karşısındakilerle, bir stand-up’çı. IKSV salonu hüşu içinde dinliyor adamı” demiş Alain de Botton için...

Lütfi Kırdar’da dinleyen Millliyet yazarı Meral Tamer ise “Hızlı düşünüyor, hızlı konuşuyor, muzip bakışlı, güler yüzlü ama konuşmasından etkilenmedim, kızımla evdeki sohbetlerimizde bile çok daha fazla derinlere indiğimiz oluyor. Herşeyden azar azar derinleşmeden yaşamak isteyen günümüz insanının ‘filozofu’ sayılabilir” demiş. İki farklı konuşma mı yaptı bilmiyorum ama...

Ben de diyorum ki, 4,5 sene önce üç saat konuşmuştum, 4,5 sene sonra Türkiye’de yaptığı iki konuşmasını da dinlemedim ama Alain de Botton hayatı anlatarak insanı etkileyebilecek bir yazar değil...

Ne yazarak ne konuşarak...

Bunu yazarken yine canım acıdı. Çünkü o hâlâ “Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir?”in yazarı benim için...

Günlük hayatın felsefesini yapan bir yazar değil.

Ama yaptığımız röportajda sevdiğim birşey söylemişti “Tüm yazarların göçmen duyguları olduğunu söylüyorsunuz. Bu lafınızı çok sevdim. Göçmenlikten tam ne anlıyorsunuz” diye sorduğumda:

“Yazarlar yaşamın dışında dururlar, onu daha iyi görebilmek için. Göçmenler gibi... Eğer göçmen değilseniz herşey normal gözükür, içerideki herşeyi normal bulur. Dışarıdaki içinse herşey çok garip, korkutucu, ancak çok da ilginçtir.

Yabancı olduğunuz her yerde yalnızlık, korku ve bir yönünü kaybetme duygusu vardır ama aynı zamanda herşeyi de çok daha açık görebilirsiniz” demişti.

Ben de bu ‘ödülümle’ Londra’dan dönmüştüm.

Burada Alain de Botton’u dinleyenlerin ödülü ne oldu? Onu ben de merak ediyorum işte...

*****


Mısır neden şimdi ayaklandı!

Sayıları severim. Onları kullanmayı pek beceremem ama severim.

O yüzden de istatistiki bilgiler çok ilgimi çeker.

Gerçeği, tartışmaya kapayan noktalardır.

Ama pek aldırmayız biz sanki onlara.

Kendi ‘fikirlerimizin’ çok daha fazla gerçeği gösterdiğine inanırız.

Son 40 yılın insani kalkınma açısından en iyi performansını hangi ülkeler göstermiş biliyor musunuz?

2010 Kalkınma Raporu’na göre, ilk 10 ülkenin 5’i Arap ülkesi...

Umman,Suudi Arabistan, Tunus, Fas ve Cezayir...

Mısır, 135 ülke arasında en iyi performansı gösteren sekizinci ülkeymiş.

Mısır’daki gelişmeler, halkın ayaklanması, hayatı değiştirmek isteyenlerin çokluğu, ekonomik açıdan bakınca daha berraklaşıyor değil mi?

Türkiye ise son 30 yılda 135 ülke arasında en iyi performans gösteren 25. ülkeymiş.

Türkiye dünyanın 17. büyük ekonomisi.

Türkiye insani kalkınmışlık açısından dünyada 83., Mısır 101., İran 70., Tunus 81.!

Ama Mısır en iyi performansı gösterecek kadar bizden ileride... Bir kez daha anladım.

Dünyanın hareketi ekonomi üzerine kuruludur.

Bunu sezemeyenlerin işi de siyasettir.

*****


Huffington mucizesi

Amerika’da kurduğu blogdan, çok etkili internet gazetesi Huffington Post’u yaratan, Arianna Huffington ilginç bir kadın.

Ayda 26 milyon kişinin ziyaret ettiği siteyi AOL, 315 milyon dolara satın aldı şubat ayının başında.

Bir internet sitesinin 315 milyon dolar ettiği bir dönemden geçiyoruz.

Sitenin kurucusu Arianna Huffington, Amerikan solunun popüler isimlerinden. Televizyon programcısı ve yazar...

Siteyi liberal çizgide bir blog olarak 2005 yılında 1 milyon dolara kurmuş.

Sitede kısa veya uzun aralıklarla yazan 100’den fazla köşe yazarı var. Haber dışında bolca analize de her verilen site reklam ve bağış gelirleriyle ayakta duruyor.

Sitenin 2010 geliri 61 milyon dolar civarında. 60 yaşındaki Arianna Huffington sıradışı bir kadın.

Hayatı da oldukça ilginç.

İlginizi hiç çekmediyse şöyle deneyeyim, eski
kocası biseksüelmiş.

DİĞER YENİ YAZILAR