28 Şubat’la ilgili güzel, hatırlandığında insanı gülümsetecek bir anı ancak bu şekilde olabilirdi zaten. Argun Erkaya ile 28 Şubat röportajı yapmak. Argun, 28 Şubat’ın mimarlarından Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’nın oğlu. Ama buluştuğumuzda çok şaşırdım. Galatasaray Lisesi’nden, turizmci, 45 yaşında, kibar, yumuşak neredeyse konuşmak istediğim konuyla hiç ilgili gözükmeyen, gülümseyen biriydi karşımdaki. Fikirlermiz taban tabana zıt ama tüm röportaj boyunca gülerek, bazen gözlerimiz dolarak konuştuk. Gerçekten artık benim güzel bir 28 Şubat anım var.
* 28 Şubat post modern darbesinin üzerinden 13 yıl geçti. Babanız bu hareketin mimarlarından Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya. Siz o dönemde kaç yaşındaydınız?
32 yaşındaydım. Babam hep 28 Şubat’ın mimarlarından gibi gösteriliyor ama bunu hiçbir zaman tek başına yapmadı. Orada bir komuta kademesi vardı. Ne yaptılarsa hep beraber yaptılar. Sözcülüğü babama düştü sanırım, o yüzden çok fazla öne çıktı. Ama laiklik çok önemliydi onun için, ondan hiçbir zaman ödün vermedi. Bu konuda hiç yumuşamadı.
* 28 Şubat zamanında babanız dolayısıyla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, bir başka Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in günlükleri, Balyozda adının geçmesi, Eski Kuzey Saha Komutanı Feyyaz Öğütçü’nün tutuklanması, deniz kuvvetlerinin bir birliğinde Adi Başbakan parolası seçilmesi, kod adı Kafes Planı. Denizciler askerler arasında diğerlerinden biraz daha fazla “hassas” galiba laiklik konusunda...
Aynı şeyi ben de düşündüm, hatta geçen yaz Hurşit Tolon’la karşılaştım, ona da sizin bana sorduğunuz gibi sordum, “Niye bunlar ağırlıklı denizci” dedim. O da cevap veremedi, bilmiyor. Ben de bilmiyorum. Ama denizciler inanılmaz baskın gerçekten.
Babam orucunu da tutardı içkisini de içerdi, dinsiz değildi
* Güven Erkaya 2000 yılında vefat etti. Yaşıyor olsaydı, son üç senede olanları nasıl değerlendirirdi sizce?
Babam çok çalışan biriydi. Emekli olduktan sonra da durmadı, başbakan Mesut Yılmaz’ın Boğazlar konusundaki baş danışmanı oldu. Ben de onu düşünüyorum, şu anda yaşıyor olsaydı, kimbilir nerede olurdu? Herhalde Silivri’de. Biz oraya gidiyor, geliyor olurduk. Aklım almıyor bu olanları. Atatürkçü olanları böyle durumlara düşürmek ayıp gerçekten. Laik oldun mu dinsiz gibi gösterirlerdi, o 28 Şubat döneminde de. Oysa ki bilirim her gemide bir Kuran vardır. Babam orucunu da tutardı, içkisini de içerdi. Ramazan ayında ibadetini de yapardı.
* Babanızın o dönem Erbakan’ın, Askeri Şura toplantısında verdiği akşam yemeğinde rakı istemesi, çok konuşulmuştu. “Güven Erkaya ve içki” denilence aklıma bu geliyor.
O bir protestoydu. 39 derece ateşi vardı o yemekte. Ayakta zor duruyordu. Hastaydı. O işler çok abartıldı. Benim babam dinsiz bir adam değildi tabii ki. Çok da okuyan bir adamdı. O yüzden bu işler böyle yansıtılınca, üç dört defa Kuran’ı okudu. Her sabah 06.30’da kalkıp okurdu. Kuran’ı iyi bilirdi. Din karşıtı değildi. Erbakan ve Refahçıların devleti uzun vadede ele geçirmeye çalıştıklarını düşünüyordu. “2005-2010 yılında bunu başaracaklarını ümit ediyorlar” derdi babam. Erbakan’ın yemeğine giderken anneme demiş ki “Büyük bir ihtimalle bize içki vermeyecekler, basını da bunu ispatlamak için çağıracaklar.” Annem de “Ne evhamlısın olmaz, öyle şey” demiş. Şura yemeklerinde basının davet edilmesi alışık olunan bir şey değilmiş çünkü. Gittiğinde kapıda basını görünce iyice anlamış. Yemek başlamış, babam garsondan rakı istemiş. Garson “Yok efendim” demiş. Babam ısrarla istemiş. Sonra, emir subayından dışarıdan rakı almasını rica etmiş. Rakı gelmiş bardağına koymuş. Amacı Erbakan’ın oyunun bozmakmış yani.
İrtica Türkiye için PKK’dan daha büyük tehlike derdi
* Neden bu kadar kuvvetli bir şekilde irticanın geleceğine inanıyordu. Babanızı bu kadar korkutan şey neydi aslında?
96 Ocak’ta, Herkes PKK’dan yakınıyordu, babam “İrtica Türkiye için PKK’dan daha büyük tehlike” demişti. Buna çok inanıyordu. “Bir parti yüzde 50’nin üstünde oy bile alsa, demokrasinin kuralları uygulanacak diye şeriata dayalı bir din devleti kurulmasına hiç kimse göz yummaz. Halk bunu askerden ister. Umarım işler bu raddeye gelmez” derdi. Hatta hatırlıyorum, darbe olacak korkusu yayılmıştı o sırada, babam darbe yanlısı biri değildi ama bu korkunun işe yaradığını düşünmüştü. Ve Genelkurmay Başkanı’na “Bu korkuyla Erbakan seçime gider koltuğu Çiller’e bırakır, Demirel de görevi Çiller’e değil Mesut Yılmaz’a verir. Bu taktiğin olması için karargahların ışıklarını daha çok açalım ve konuşma dozunu artıralım” demişti. 163’üncü madde kalktığı için irticayla nasıl mücadele edilecek yeni bir yasa lazım derdi. Hükümet ve Meclis bunu yapmazsa meşruiyeti tartışılır derdi. Aslında arkasından bir cümlesi daha varmış ama İsmail Hakkı Karadayı’nın ricası üzerine onu söylememiş, “O zaman bir boşluk doğar o boşluğu da dolduracak anayasal kuruluşlar vardır.”
Tansu Çiller darbe olacakmış havasını başbakan olmanın yolu gibi gördü
* Özer Çiller bana yaptığımız röportajda “28 Şubat Erbakan’a değil Tansu’ya yapıldı” demişti. Babanızla yaptığınız sohbetlerde askerin Çiller’e karşı olduğunu hissetmiş miydiniz?
Babam şahıslara karşı değildi. Ama şöyle bir şey hatırlıyorum, başbakanlık sanırım dönüşümlü olacaktı, Erbakan ve Tansu Çiller arasında. Tansu Hanım sanki darbe olacakmış gibi olan havayı, başbakan olmak için yararlanabileceği bir şey gibi düşündü ve bu ortamı destekledi. Ama sonra darbe olacak bilgisini askerlerin aleyhine kullanmak istedi. Bülent Orakoğlu vardı başında, bir istihbarat birimi kurmuşlardı, İçişleri Bakanı Meral Akşener’e bağlı. Deniz Kuvvetleri İstihbarat Bölümü’ne de babam anlatmıştı, bir casus sokuyorlar. Darbe olacak bilgisini topluyorlar. Çiller’in bu darbe girişimini engellemek için komutanların hepsini emekli etmek istiyor. Bilmiyorum herhalde Demirel’in kendisini seçmeyeceğini öğreniyor. Babam, Cumhurbaşkanı Demirel’e giden kararnameyi görmüş. Ama sanırım Demirel görmeden Münif islamoğlu, Demirel’in danışmanı, onu babama getirmiş. BÇG kurulduğunda da yine Deniz Kuvvetleri’nden bir er bunu Çiller’e ulaştırmıştı.
* Sanki babanızla röportaj yapıyormuşum gibi sorular sormaya başladım, beni bağışlayın lütfen ama bilebilirsiniz belki diye soruyorum. Hepimizin detayları merak ettiği konular bunlar çünkü...
Ben babamla çok vakit geçiremedim aslında. Biz de çoğu şeyi gazetelerden okurduk ama babam hangi cümleyi kurmuş bilirdim. “Bu sefer de işi Silahsız Kuvvetler çözsün” lafını duyduğumda kimin söylediğini bilmiyordum ama hemen babamın söylediğini anladım. Telefon açtım, sordum “Evet” dedi. Demokrat bir adamdı. Sohbetlerinde hep Türkiye’yi anlatırdı, soru bile sordurmazdı, açık konuşurdu. Taner Baytok ve babamın söyleşi kitabında çok anısı var anlattığı. Hepsine asla vakıf değilim ama tabii ki takip ediyorsun bir şekilde. Bildiğim bir şeylerse anlatarım size.
Demirel’in bir dönem daha Cumhurbaşkanı olmasını istedi
* Demirel 28 Şubat sürecinde askerin güvendiği biri miydi?
Babam 7 yıllık Cumhurbaşkanı olduğu sürede çok başarılı buluyordu Demirel’i. Hatta 5+5 formülü tartışılmıştı bir ara... Babam Demirel’in bir dönem daha Cumhurbaşkanı olmasını istemişti. “Demirel laiklikten taviz vermedi” derdi. Silahlı Kuvvetler’in yanında yer aldı.
* Aslında babanız irtica tehdidini MGK gündemine aldırmak için çok uğraşmış değil mi?
MGK toplantılarında irtica sorunun bir türlü gündeme aldıramamıştı. “Aldıramıyorum” derdi. Epey bir uğraştı, sonunda aldırabildi. Bir MGK’da konuşma yapmış sonra da...
* Batı Çalışma Grubu’nu kurdu...
“MİT Başbakan’a, içişleri Çiller’e bağlı, bilgi alamayız” endişesi duyuyordu babam. Sokaktan gelecek ayaklanmaları bilebilmek adına bilgi toplamayı istiyormuş. Böyle doğmuş o grup. Genelkurmay’a babam teklif etmiş bir grup kurmayı. Asker tehlike olarak kabul ettiği her şey hakkında plan da yapar grup da kurar, çünkü tehlike anında ne yapacağını önceden belirler. Kadir Sarumsak bilgi sızdırmıştı, bu gazetelere düşmüştü, iş öyle büyümüştü. Yapılan normal bir şeydi.
Çocukken ondan korkardım bakışları sert ve keskindi
* İyi bir lişkiniz vardı sanırım babanızla..
12 yaşında Galatasaray Lisesi’ne girdim, yatılıydım, babamlar zaten İstanbul’da bile değildi, sadece yaz tatillerinde beraber oluyorduk. Lisenin son senesinde de turizme bulaştım. 14 sene profesyonel turist rehberliği yaptım. Yani neredeyse hiç evde yoktum ben. Tam rahat vakit geçirecektik ki, hastalandı bu sefer. Ama en iyi, yakın arkadaşlarımdan biriydi babam. Her şeyi konuşabiliyordum onunla. Yeri doldurulamadı bizim için. Dertleşip akıl aldığım, önemli karar arifelerinde isteyerek danıştığım biriydi. Fikirlerine değer verirdim. “Şunu yap, bunu yap” demezdi, “Ben böyle düşünüyorum” derdi. Ben düşünürdüm, “Doğru söylüyor” derdim, kendim yapardım. Sıcak biriydi, sevecendi. Özel hayatında sert biri değildi. Çok çalışırdı. Eve gelen biri de değildi. Geldiğinde de çalışırdı ama desteğini hiç eksik etmedi bizden. Analiz ve tahlil yeteneği çok yüksekti. Çocukken muğriplere gitmeyi çok severdim. Devir teslim törenlerine ailecek katılalım isterdi babam, onlara beraber katılırdık. Çocukken korkardım aslında. Bakışları keskin, etkileyiciydi. Karşısında duramazdım. Sonra korkuyla dolu bir ilişkimiz olmadı. Hatta “16 bin kişiye söz geçiriyorum, bir oğluma söz geçiremiyorum” derdi. Saygı hep vardı. Hiç “Sen” demedim. “Baba naber?” derdim gerçi ama...
Emir komuta mantığı bana çok ters. Asla asker olmak da istemezdim. Disiplin de bana göre değil. Hiç dayanamazmışım. Ama düşünüyorum şimdi, 1974 Kıbrıs çıkartmasında babamın komutasındaki Kocatepe muhribi battı. 36 yaşındaydı babam o sırada, ben şimdi 45 yaşındayım, aklım almıyor yapabildiklerini. Gemi battığında çok üzülmüştük. Ben 9 yaşındaydım, babamın ne iş yaptığını ilk o zaman anlamıştım. Gölcük’teydik, gemi evin önünden geçmişti, o tuhaf bir histi.
Güven Erkaya kimdir?
1938 doğumlu Güven Erkaya, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli kademelerinde görev yaptı ve 1992-97 yılları arasında Oramiral oldu. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türk uçakları tarafından vurularak batan Kocatepe muhribinin komutanıydı. 28 Şubat sürecinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapıyordu. 24 Haziran 2000’da vefat etti.
Vakit’in “Hakkımızı helal etmiyoruz” manşeti bel altıydı
“Dinci basın çok acımasız ve bel altından vurdu çoğu zaman. O zaman çok öfkelenmiştik. Vakit’ten Abdurrahman Dilipak ve Hasan Karakaya’ya tazminat davası açmıştık. ”Hakkımızı helal etmiyoruz“ manşeti hem çok üzdü, hem de çok sinirlendirdi. Davayı kazandık. 15’şer milyarlık davalardı. Ödemediler, ”Belge elimize ulaşmadı“ dediler. Buna inanmıyorum. Çünkü bir vasıtayla benim iletişim bilgilerimi bulup faks gönderdiler. Hatta faksı size getirdim, bakmak isterseniz. Faizlenmiş sonra bu. Bu miktarlara gelmiş. Hatta hâlâ ödemediler. Uğraşıyorlar.”
“Masonum” denmez ama evet ben Masonum
“Masonum. Özgür Masonlar grubu vardır, oradayım. Başka bir grup daha var. Aynı mantık ama yöntemlerimiz farklı. Ben 2000 yılında girdim. Ölmeden önce babama da sordum, ”Tabii gir, güzel bir şey, kötülüğü yok“ dedi. Kendisi değildi ama muhtemelen arkadaşları vardı. Ben kendimi geliştirmek, entelektüel düzeyimi artırmak, daha iyi insan olmak için girdim. Amacımız, ham taşı küp haline getirmektir, pürüzsüz hale getirmektir. Bu, kendi kendinizle hesaplaşıp kötü yanlarınızı ortaya çıkarıp törpülemeniz içindir. Kendinizi eğitiyorsunuz. ”Masonum denmez aslında. Bu gelinebilecek en büyük mertebe, öyle hemen Mason olamazsınız. Olmaya çalışırsınız, işin felsefesi bu. Tassavvufa benzer yanları vardır. Toplantılar yaparız. Her seferinde bir konu seçilir. Biri o konuyu araştırıp anlatır. Ahilik, sabetaycılık gibi, ben genellikle Atatürk’ü çok merak ederim, bu konuda araştırıp konuşma yaparım. Bir ritüeli, bir şekli var. Bir açılış yapılır.”
Babam yaşasa bugün Silivri!"de olurdu
Babam darbe yanlısı değildi ama bu korkunun işe yarayacağını düşündü
Haberin Devamı