Bizim gibi ülkelerde yaşayanlar, demokratik ülkelerde
yaşayanların bilmediği sevinçler yaşar bazen...
Hiçbir Avrupalının bilmediği bir sevinci yaşadık dün yine...
1 Mayıs’ı kazasız-belasız kutladık.
İşçiler, hakları olan bayramı gönüllerince kutladılar.
Bir Avrupalı dostumuza bu sevincimizden bahsetsek, yüzümüze nasıl bir şaşkınlıkla bakar düşünsenize.
Ama o Avrupalı arkadaşımız tuhaflıkların burada bittiğini sanıyorsa, çok yanılıyor.
Daha ne tuhaflıklarımız var bizim!
Mesela, bizim toplumumuzun gizli şifresini çözmek için en ‘anlaşılmaz’ sözcüklerin anahtar görevi yüklendiğini fark ettiniz mi hiç?
En matrak, en garip bileşimler şifremizi açabilir.
Sanıyorum, şifremiz şu tuhaf ve çelişkili sloganda yatıyor:
Milliyetçi, muhafazakâr, ilerici...
Bu sloganları şimdiye kadar kullanan partiler oldu.
ANAP ortaya atmıştı ilk:
‘Milliyetçi, muhafazakâr, çağdaş, ilerici.’
Demirel kendine uyarlamıştı:
‘Milliyetçi, muhafazakâr, sağcı, yenilikçi, pragmatist.’
Sosyal demokratlar ne demişti:
‘Halkın yerleşik değerlerine sahip ama eski model devletçilikten uzak, yenilikçi politikalar.’
Herkes muhafazakâr, milliyetçi, ilerici...
Bir de ANAP gibi çağdaş tabii.
Ama düşününce bu birbirinin zıddı kelimelerin yan yana durması, mantıklı da geldi bana...
Geri kalmış, yıllarca ezilmiş, Avrupalılar tarafından hor görülmüş bir ülke olduğumuz için, geri kalmış her ülkede olan toplumsal aşağılık duygusu bizde de var.
Bu aşağılık duygusu toplumları, o toplumda yetişen herkesi milliyetçilik anlayışını abartmaya götürüyor.
O milliyetçilik duygusu da kendi toplumunda, “başkalarında” olmayan hasletler bularak insanları ferahlatıyor.
Bu yüzden biz ve hepimiz ve bütün partiler milliyetçi...
Muhafazakârlık kavramına gelince...
Benim aklıma gelen şey “din” değil.
Bence kadınsız bir toplum olmamızla çok ilgili bu. Bu toplumun erkekleri ile kadınları arasındaki çağdışı ilişkiden kaynaklanan bir kavram olarak güçleniyor Türkiye’de.
Bu toplumun hâkim gücü olan erkekler aslında kadınlardan korkuyor. Yenilikçi hareketlerin, kadınların toplumdaki gücünü arttıracağından ürküyorlar. Bu ürküntünün içinde büyük bir olasılıkla cinsel korkular da var.
İstediğiniz kadar kadın aday yaratın, kadın seçmene bahçeler sunun, zihinlerdeki kadın imajı öyle hemen değişecek bir şey değil.
Toplumun büyük bir kesimi hâlâ kadının toplumdaki yerini çok da değiştirmek istemiyor.
O yüzden biz ve çoğumuz ve partiler muhafazakâr...
Milliyetçi muhafazakârız ama Avrupalılar gibi olmayı da arzuluyoruz.
Giyimimiz, arabalarımız, sokaklarımız, bilgisayarlarımız, telefonlarımız; kısaca sahip olacağımız her şey Avrupalıların sahip oldukları gibi olsun istiyoruz.
Bütün bu isteklerin karşılığı da çağdaş olmakla açıklanıyor.
İlericilik ise beni gülümseten bir kavram, “biz”i düşününce.
İlericiyiz, çünkü gelişmiş ülkelerdeki demokrasi, hukuk, insan haklarını da isteyen seçmenler var.
Bu isteklerin karşılanacağının göstergesi olarak da bütün partiler ilerici. Çünkü, biz böyleyiz.
Hem gelişmek isteyen, hem gelişmenin neticelerinden korkan bir halkın içinden çıkan partilerin sloganları da halkın gizli şifresi gibi oluyor tabii.
Çelişkilerimiz de, sevinçlerimiz gibi biraz komik ama her şeye rağmen ilerlemekten vazgeçmeyen bir yapının şifresi hiç olmazsa.
“Geleceği gören adam” Friedman’ın Türkiye ile ilgili son kehanetleri!
ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından, CIA’e yakınlığı nedeniyle “Gölge CIA” olarak da tanınan ‘Stratfor’un sahibi, stratejist George Friedman, önümüzdeki yüzyılın sonlarında Çin ve Rusya gibi ülkelerin gerileyip yerlerini Türkiye, Japonya, Meksika ve Polonya gibi yeni dünya güçlerine bırakacağını öne sürmüştü “Gelecek 100 Yıl” kitabında. “Rusça veya Çince’yi bırakın, Türkçe, Japonca, Polonya ve Meksika dillerini öğrenmeye bakın” demişti.
Kitapta Türkiye ile ilgili de çok ilginç öngörüler vardı.
Friedman, önümüzdeki yüzyılın sonlarına doğru çıkabilecek savaşın ABD ile Türkiye-Japonya İttifakı arasında olacağını söylemişti. “Bu savaş bugüne kadar varolan klasik silahlarla yapılan savaşlardan tamamen farklı olacak. Yani bugünden bir tür bilim kurgu gibi görünen bir savaş yaşanacak” diyordu.
Friedman’a göre 21’inci yüzyılın gidişatını bu savaşın sonucu belirleyecekmiş.
Ancak yüzyılın sonlarına kadar ABD başlıca egemen güç olmaya devam edecekmiş.
Şimdi de Friedman’ın “Gelecek 10 Yıl” kitabı çıktı.
Daha önceki kehanetlerinin çok büyük ölçüde tutmuş olması, bu yeni kitabı da merak edilir kılıyor tabii...
“Tek bir yüzyıl olaylarla ilgilidir, on yıl ise insanlarla” diyor George Friedman.
Merakla okudum, “Friedman, Türkiye için neler diyor?” diye...
Diyor ki:
-Türkiye’nin en büyük sıkıntısı, halkının Müslüman dinciler ve laikler olarak bölünmüş olmasında. Benzer durum, diğer birçok İslam ülkesinde de izleniyor.
-Küresel ve bölgesel güçler, Kürtleri kullanarak Türkiye, İran ve Irak’ta istikrarı bozmaya çalışacaklar. Ancak, artık bu oyun, sırları çözülmüş “eski bir oyun” hüviyetinde.
-Türkiye, Rusya’nın enerji kaynaklarına olan bağımlılığını azaltmak zorunda. Bu nedenle de, petrol ve gaz alabileceği ülkelerle iyi ilişkiler içinde olacak ve İran’ın bölgede kendisinden güçlü olmasını istemeyecek.
-ABD istese de istemese de Türkiye, önümüzdeki 10 yılda güçlenecek.
-Ortadoğu’daki en büyük ekonomik güç olarak Türkiye, İran’ın yaratacağı sıkıntıya karşı tek denge unsuru kalacak.
-ABD’nin sadece Ortadoğu’da değil, Balkanlar ve Kafkasya’da da Türkiye’ye ihtiyacı var. Bu nedenle, ABD-Türkiye ilişkileri önümüzdeki 10 yılda da iyi olmak zorunda. Bu ilişkinin devamı, Türkiye’nin de İran karşısında daha güçlü olmasını sağlayacak.
-Türkiye, önümüzdeki 10 yılda Orta Asya, Akdeniz ve Kuzey Afrika’da da giderek güçlenen bir ülke olacak. İran’ın deniz gücünün çok sınırlı olması, bu bölgelerde Türkiye’ye alternatif olması olasılığını yok ediyor.
-Güçlü Türkiye, bölgede İsrail’e karşı da bir denge unsuru olacaktır.
Che ve Nutuk
Geçenlerde Oda TV’den Sinan Meydan “Che yakalandığında sırt çantasından Nutuk çıktı” diye yazmış.
Bunu hiç duymamıştım.
Duyduğumda kahkaha attım, yanımdaki arkadaşım da ters ters baktı ve “Niye gülüyorsun? Dua et Soner Yalçın’ın kitabı çıkmamış” dedi.
Daha çok güldüm.
Sonra da “Bu kadar az bilgiyle dalga geçmek ayıp, ne olmuş bir öğreneyim” dedim.
Öğrendim.
Gerçekten böyle olmuş.
Profesör Cemil Koçak yazmıştı dün Star’da.
“Che, 1967’de Bolivya dağlarında yakalandığında, sırtındaki çantadan Nutuk çıktı” diye yazmış Oda TV gerçekten.
Devamı daha da eğlenceli...
Nazım Hikmet, Fidel Castro’ya Atatürk’ü anlatmış Havana’ya gittiğinde; o da Türk diplomat Bilal Şimşir’e “Nutuk” sipariş etmiş.
Sonra da Che’ye vermiş.
Fakat bu güzel hikâyede bir noktayı tutturamamışlar, Bilal
Şimşir hayatında hiç Havana’ya gitmemiş. Televizyona bağlanıp açıklamış bunu.
Sonra da Oda TV’ci Sinan Meydan yeni bir yazı yazmış:
“Tabii kitabın çıkması bir ihtimal.”
Cemil Koçak da demiş ki:
“Bu da yapılmaz ki, ne güzel Che nutku okumuş ve Marksizmin dar ufkundan kurtulup Kemalist olmuştu, hayâl kırıklığına uğradık şimdi.”
Ben hâlâ gülüyorum.
Beren Saat’in suçu ne?
2. Antalya Televizyon Ödülleri dağıtıldı. Ödüller arasında aklıma yatmayanlar oldu. “Fatmagül’ün Suçu Ne?” dizisi
hiç ödül almadı örneğin. Bu işte bir tuhaflık var.
“Arka Sokaklar” dizisi alıyor, “Behzat Ç.” adeta ‘yaratılmış’
bir özel ödül alıyor. Bu akla uygun mu şimdi?
“Muhteşem Yüzyıl” güzel bir dizi, evet... “En iyi erkek oyuncu” ödülünü alan Okan Yalabık bence Pargalı’yı nefis oynuyor. Dizi,
“en iyi dönem dizisi” ödülü de aldı. En iyi kostüm kriteriyle verdiler herhalde. Dönemden bize yansıyan ne var ki “Muhteşem Yüzyıl”da... İki dar koridorda geçiyor koca dizi.
Şu ödül verme işini öğrenemeyeceğiz biz...
Ama daha acıklı bir durum daha vardı ödül töreninde. Kimse kimseyi alkışlamıyordu. Ödül almayı, ödül alanı cömertçe kutlamayı da öğrenemeyeğiz biz.
Yapay bir geceydi kısacası.
Gecenin en gerçek kısmı ise “Hürrem”in seyirciye teşekkür ettiği konuşmaydı. Bayıldım...