Haberin Devamı
Bazı aşklar hiç bitmez.
Hem ilahi mabedinde, hem günahkarlar galerisinde aynı insanın resmini saklayanların tuhaf macerasıdır bu…
Ve bütün kitaplar böyle aşkları anlatır.
Bugünlerde çok mutsuzum, öyle sebepsiz.
Tedirginim, gerginim, bilmediği bir şehirde terk edilmiş bir kedi yavrusu gibi endişeliyim…
Nedensiz.
Nedeni olmadan gözlerinize yerleşen, içinizi kemiren o mutsuzluk hali işte.
Astrolojik olarak temmuz ayı çok zor geçecekmiş, gezegenler birbirleriyle çok sert açılar yapıyormuş.
‘Demek bir tek ben böyle değilim… Demek böyle olmamın inanırsam eğer gayet de güçlü bir nedeni varmış’ dedim içimden bunu okuyunca.
Ben böyle zamanlarda tanıdık sokaklarda dolaşmayı severim.
Sevdiğim filmleri bir daha seyrederim, okuduğum kitapları bir daha okurum.
Öyle huzursuz bir halim var ki en güçlü silaha ihtiyacım olduğunu hemen anladım…
Kütüphanenin ‘zor zamanlar bölümü’nde duran, bir kadının yaşayabileceği en büyük aşkları yaşayan Lou Salome’nin hayatını anlatan o defalarca okunmaktan eskimiş kitaba neredeyse önce sarıldım, sonra sayfaları arasında kayboldum.
“Lou, özgür kadının öyküsü”nü yazıyor kitabın kapağında.
1861 yılında Sen Petersburg’da doğan, Nietzsche, Rainer Maria Rilke ve Freud gibi adamların hayatlarında büyük izler bırakan, erkekleri kendine esir eden ama 36 yaşına kadar bakire yaşayan sıradışı bir kadın Lou Salome.
Hayatı beni derinden sarsan kadınlardan biri.
Bu temmuz yine Lou Salome’ye sığındım anlayacağınız.
Hayat boyu içinizde bir yerlerde, belki sizin haberiniz bile olmadan teninizin altında bir yerlerde yaşamaya devam edecek bir kadın o.
Bugüne kadar bildiğiniz her şeyin tanımını değiştirebilir…
Direnseniz bile…
Üstün bir zekaya, olağanüstü bir güzelliğe sahip Lou yaşadığı dönemde önde gelen bütün düşünür ve sanatçıları baştan çıkaran kadınlardan biri olmuş.
Yazar ve psikanalist.
Lou 16 yaşındayken ona ilk vurulan Hollandalı bir Protestan papazı ‘o sıradışı bir genç kadındı ve onu akıl yoluyla elde tutmaktan başka çareniz yoktu’ demiş.
Bütün erkekleri etkileyecek bir kadın olmasına rağmen neredeyse hastalıklı derecede bir iffet duygusuna sahip olan Lou Salome için kitabın arka kapağında çok çarpıcı bir tanım yazıyor:
‘Lou, aşk ziyafetlerinin oburu olarak cinsellik açlığını hayatının sonuna kadar kapattı.’
İnsanın aklını kurcalayan bir tanımlama.
Pek çok akıllı, yetenekli, güçlü, ünlü erkek tarafından çok sevilmek, aşık olunmak Lou Salome’yi onlara dokunmak istemeyecek kadar doyurmuş olabilir miydi gerçekten?
Kitabın bir başka yerinde de ‘Lou suçluluk nedir bilmez… Rilke de mülkiyetçi değildir… Bir aşkın sürebilmesi için önemli koşullardır bunlar’ diye yazıyor.
İşte tam istediğim oldu, huzursuzluğum Salome’nin hayatının karanlık sokaklarında dağılıp gitti.
Şimdi aklıma tek bir şey takıldı...
Aşk böyle bir şey mi?
Bedeni işin içine hiç katmadan sadece duygusal olarak yaşanan bir bağlanma mı aşk?
Aşık olduğumuzda zihnimizin coşkunluğu, bedenin arzularını bile önemsizleştirecek ölçüde büyük bir güçle mi bizi kavrıyor?
Aşk böylesine büyüdüğünde beden geri çekilip bütün sahneyi zihnimizdeki dalgalanmalara ve tatminlere mi bırakıyor?
Lou Salome’nin hayatını merak ederseniz eğer, hangi aşklar hiç bitmez onu görürsünüz.
Bu arada, temmuz huzursuzluğu diye bir şey var mı gerçekten?