Haberin Devamı
Karıncaları gördüm geçen gün. Nisanda gelmesini beklediğim karıncalar, şubatın ortasında uzun bir uykudan uyanıp ince belleri, titrek adımlarıyla dışarıdaki bahara kanıp çıkıp gelmişler.
Bir süre izledim onların bahara alışmaya çalışan o ürkek hallerini, “Doğanın bu erken bahara uyanışı, doğanın her köşesinde huzursuz bir kıpırdanma yaratıyor” diye düşündüm.
Sonra “ama kalabalıkların huzursuzluğu izin vermiyor bizim hakkımız olan, sadece kendimize ait bu huzursuzluğu yaşamamıza” diye aklımdan geçti.
Karıncaları şanslı buldum.
Bu ülkedeki insanlar ortak bir huzursuzlukla kıvranıyor.
Bitmeyen, ivmesi gittikçe artan yalanlar bizi şaşırtıp kör ediyor, gerçekleri bulmamıza imkan tanımıyor.
Gerçekleri içgüdülerimizle bulmaya uğraşıyoruz.
Sokaklarda insanlara bakıyorum, endişeliler... Hangi inançtan, hangi fikirden, hangi partiden olurlarsa olsunlar, gelecekle ilgili endişeleri var sanki.
Nereye doğru gittiğimizi, bizi neyin beklediğini kestirmeye uğraşıyorlar.
Hepimiz endişeliyiz hepimiz tedirginiz ama tepkilerimiz, yorumlarımız bazen birbirinden gerçekten çok farklı oluyor.
Aynı olaylara bakıyoruz ama çok farklı sonuçlara ulaşıyoruz.
Ali İsmail Korkmaz, henüz 19 yaşındayken Eskişehir’de Gezi eylemleri sırasında aralarında polislerin de olduğu vandalların saldırısına uğrayarak beyin kanaması geçirip, 39 gün komada kaldıktan sonra da hayata gözlerini yuman bir öğrenciydi...
Gezi’nin, direnişin, barbarlara karşı verilen mücadelenin simgelerinden biri olmuştu.
Pazar günü F.Bahçe TV’nin iddiasına göre 450 bin kişinin katıldığı “Türkiye İçin Adalet” yürüyüşünün bayrak ismi de Ali İsmail ve onun ailesiydi.
Fenerbahçe taraftarının Korkmaz’a sahip çıkması, onun adına marşlar yazması herkesi etkiledi, büyük bir Fenerbahçe sempatisi yarattı, Fenerbahçe’yle belki de hayatında ilk defa duygusal ortaklık kuranlardan biriyim ben de.
O yürüyüşte Fenerli olmak, bütün Fenerlileri alkışlamak istedim. Çarşı’dan sonra Fenerbahçeliler de vahşete karşı direnenlerin bayraktarlığını yapmalarına hayranlık duydum.
Ama iş orada bitmiyordu...
Korkmaz ailesinin orada olma nedenlerini ve oğullarına o kalabalıklarla ‘değme’ isteklerini hissetmemek mümkün değilken Fenerbahçe yönetiminin bu acıyı kendileri için adalet arayışına çevirmelerini hayretle izledim.
Ali İsmail Korkmaz ile Aziz Yıldırım isimlerinin nasıl yan yana geldiğine şaşırdım.
Şike Davası’nda suçlu olduğu mahkeme tarafından sabit görülmüş, Yargıtay tarafından onanmış Aziz Yıldırım, kendini başka bir davanın sahibi yapıyor, bir Gezi şehidinin mağduriyetini paylaşıyordu.
Aynı Aziz Yıldırım’ın yürüyüşten sadece günler önce hakem Yunus Yıldırım’a neler söylediği resmi gözlemci raporlarında şöyle yazıyordu:
“...Bu sene şampiyon olamazsak bunun hesabını sorarım... Bak beni kızdırmasınlar... Penaltı vermezmiş, vermezse bıraksın hakemliği gitsin... G.Saray’ın köpeği oldunuz hepiniz be... Ben 1 sene hapis yattım, 2.5 sene daha yatacağım, bunlar için mi yatıyorum, ayıp maç satıyorlar ayıp... Bana polis molis bulaştırmayın, ortalık darmadağın olur... Haftaya bırakmam ben bunu, federasyon mederasyon hiçbir şey dinlemem... Hoca bak Trabzon’da anamızı s....n, şampiyonluğu kaybettim. Seninle hesaplaşacağız haberin olsun. Seni elimden Türkiye alamaz...”
Bu tehdit dolu konuşmaların sahibinin Ali İsmail Korkmaz’la yanyana durabileceğine inanmakta zorlanıyorum ben.
Fenerlilerin samimiyetine, öfkesine, direnişine inancım tam ama futbolu politikaya çeviren yöneticilerin samimiyetinden şüpheliyim.
Bu tür sahneler beni şaşırtıp huzursuzlaştırıyor.
Ali İsmail’e sahip çıkarken, Fenerlilerle dayanışırken, onları alkışlarken Aziz Yıldırım’a da sahip çıkmak zorunda kalmak istemiyorum.
Bu ülkedeki her türlü “yöneticinin” gerçekleri kendi çıkarı için kullandığını, gerçekleri çarpıttığını, bizi kandırdığını düşünüyorum.
Çok fazla yalan var.
Bu kadar çok kandırılmak, bu kadar çok yalan duymak, gerçeklerden bu kadar sapmak, bu ülkeyi huzursuzlaştırıyor.
Ne bahar kalıyor, ne karıncalar, sadece kaygılarla dolu bir şaşkınlık.