Yunan mitolojisinin en çok bilinen hikayelerinden birinde Kral Minos yeryüzünde eşi olmayan bir labirent yaptırmak ister.
Labirent bir adada yapılacaktır.
Labirenti yapma görevini Dadalus ile oğlu İkarus’a verir kral.
Dadalus gerçekten de içinden kimsenin çıkamayacağı bir labirent yapmayı başarır.
Kral çok sevinir her şeyin tam istediği gibi olmasına… Ve labirentin sırrını kimseye söylemesinler diye Dadalus’la oğlu İkarus’u o labirente hapseder.
***
Fakat kralın karısı, baba oğula yardım edip onları labirentten kurtarır.
Dadalus adadan uçarak kaçabilmeleri için balmumundan ve kuş tüylerinden kanatlar yapar kendisiyle oğluna.
Ve oğlunu uyarır:
‘Sakın fazla yükselip güneşe yaklaşma, kanatların erir ve düşersin…’
İkarus yükselmeye başlar, yukarıya çıktıkça kendini güneşin pırıltısına kaptırır, kanatları erimeye başlar ve denize düşer.
***
Bugünlerde hastanedeyim ya, hayatı daha bir fazla düşünmeye başladım.
Ya balmumu kanatlarımızla güneşe yükselmeye korkmuyoruz ya da güçlü kanatlarımız olduğu halde uçmaya cesaret edemiyoruz.
Bu ikisi arasında doğruyu bir türlü bulamayıp hata yapıyoruz.
Tuhaf bir çelişki değil mi?
Sanki korkmadığımızda önce bir korkmamız, korktuğumuzda da önce güvenmemiz gerekiyor kendimize.
Ama ya İkarus gibi kendi gücümüzden etkilenip yanarsak, balmumu kanatları güçlü kanatlar zannedersek, nasıl anlayacağız kendimize güvenmenin tam zamanını?
Herhalde gerçekleri görecek bir akıl ve o gerçekleri kabul edecek bir cesaret, bu çelişkiyi çözecek anahtar.
***
Akıl ve cesaret…
Akıl eksik olduğunda cesaret kanatlarını yakıyor, cesaret olmadığında kanatlarınla yükselebileceğin kadar yükselemiyorsun.
Ama hayat, özellikle son zamanlarda çok sık gördüğümüz gibi, bize bu ikisini bir arada pek vermiyor. Akıl ve cesaret yanyana çok fazla bulunmuyor.
***
Doğruyu bulmak için gerekli anahtara daha doğuştan sahip olamıyorsak, bir eksikle doğuyorsak….
O zaman yanlışlarımızdan kim sorumlu?
Hayatı, doğayı, kaderi mi suçlayacağız?
***
Bazıları diyor ki yaşadığın hayatın içinde karşılaştığın her şey sensin. Hayatı sen düşüncelerinle yaratırsın…
İyi kötü ne varsa onlar senin yansıman, senin hayallerin senin düşüncelerin… Senin hayatının içinde senden başka kader yok…
***
Bazıları da diyor ki yaptığın her şey kaderin eseri, senin ne yapacağın daha önceden belirleniyor.
Senin hiçbir etkin yok hayatın üzerinde…
Peki hangisi doğru acaba?
Hayatımızdan ve yaptıklarımızdan kim sorumlu? Biz mi yoksa kaderimiz ve o kaderi çizen mi?
Biz daha önceden belirlenmiş bir hattın üzerinde giden bir ve başka bir yol seçme imkanı olmayan katarlar mıyız yoksa gideceğimiz yolu kendimiz mi seçiyoruz?
***
Bu sorunun cevabını kesin bir şekilde vermek çok zor sanırım. Genlerimiz, daha doğuştan bazı özelliklerimizi ve yeteneklerimizi belirliyor, kendi sınırlarımızla doğuyoruz.
Bu sınırları aşmamız mümkün değil.
Bizim yapabileceğimiz herhalde kendi sınırlarımızın son noktasına kadar ilerlemeye çalışmak.
***
Akıl, o sınırları görmek…
Cesaret o sınırlara kadar yürümek için gerekli. İkarus’un hikayesi sınırlarını görememenin hikayesi…
Ama unutmayın ki bu aynı zamanda sınırlarını aşmaya çalışmanın, sınırlarına razı olmamanın, büyük bir cesaretin de hikayesi.
***
Bu hikayeyi herkes kendine göre okur, kendine göre yorumlar. Kanatlarını eritmeden uçmak… Bu herkesin hayali.
Bu hayale ulaşan çok az…
Ama genellikle kanatlarını yaktıkları için değil, uçmaya cesaret edemedikleri için hayallerine ulaşamaz insanlar.
Bu da hayatın başka bir gerçeği.
Peki siz hangisisiniz?