Geçen gün “kendine güven” dediğim bir arkadaşım bana İkarus efsanesini hatırlatarak cevap verdi.
Yunan mitolojisinin ünlü hikayelerinden biri bu…
Kral Minos yeryüzünde eşi olmayan bir labirent yaptırmak istiyor.
Labirent bir adada yapılacak.
Labirenti yapma görevini Dadalus ile oğlu İkarus’a veriyor kral.
Dadalus gerçekten de içinden kimsenin çıkamayacağı bir labirent yapıyor.
Kral çok seviniyor her şeyin tam istediği gibi olmasına…
Ve labirentin sırrını kimseye söylemesinler diye Dadalus’la oğlu İkarus’u o labirente hapsediyor.
Kralın karısı, baba oğula yardım edip onları labirentten kurtarıyor.
Dadalus adadan uçarak kaçabilmeleri için balmumundan ve kuş tüylerinden kanatlar yapıyor kendisiyle oğluna.
Ve İkarus’u uyarıyor:
‘Sakın fazla yükselip güneşe yaklaşma, kanatların erir ve düşersin…’
İkarus yükselmeye başlıyor, yukarıya çıktıkça kendini güneşin pırıltısına kaptırıyor, kanatları erimeye başlıyor ve denize düşüyor.
Anlattıktan sonra sordu arkadaşım ‘Kendimize güvenelim güvenmesine de ya İkarus gibi kendi gücümüzden etkilenip yanarsak, balmumu kanatları güçlü kanatlar zannedersek, nasıl anlayacağız kendimize güvenmenin tam zamanını?..’
Hayat genellikle böyle gerçekten.
Ya balmumu kanatlarımızla güneşe yükselmeye korkmuyoruz ya da güçlü kanatlarımız olduğu halde uçmaya cesaret edemiyoruz.
Tuhaf bir çelişki değil mi?
Sanki korkmadığımızda önce bir korkmamız, korktuğumuzda da önce güvenmemiz gerekiyor kendimize.
Doğru söylüyor arkadaşım belki de, gerçekten kendine güvenmenin tam zamanını nasıl anlayacağız?
Cinayet romanlarında, kitabın kahramanı üstünde yazılar olan bir kağıt ele geçirir önce…
Katilin kimliği hakkında ipuçlarının bu kağıtta olduğunu bilir.
Ama kağıttaki yazılardan bir anlam çıkaramaz.
Sonra, bir karton bulur.
Bu kartonun üzerinde delikler vardır.
Delikli kartonu daha önce bulduğu kağıdın üzerine koyar ve yazı kartonun altında kaybolur, sadece deliklerin altından bazı harfler gözükür.
O harfler yan yana gelince katilin adı ortaya çıkar.
Bu sefer bir cinayet romanında değiliz ama hayatın da daima bir delikli kartona ihtiyacı var sanki.
Onu hayatın üzerine koysak ve bize her seferinde yapılacak doğru şeyi gösterse…
Ne zaman kendimize güveneceğimizi ne zaman fazla güvenmememiz gerektiğini bize söylese.
Ben hayatın delikli kartonunun, kanatlarımızın balmumundan mı yoksa güçlü gerçek kanatlar mı olduğunu söyleyecek şeyin, gerçekleri görecek bir akıl ve o gerçekleri kabul edecek bir cesaret olduğunu düşünüyorum.
Akıl ve cesaret…
Akıl eksik olduğunda cesaret kanatlarını yakıyor, cesaret olmadığında kanatlarınla yükselebileceğin kadar yükselemiyorsun.
Ama hayat, özellikle son zamanlarda çok sık gördüğümüz gibi, bize bu ikisini bir arada pek vermiyor.
O yüzden belki de birbirimize ihtiyacımız var.
Aklı olanın aklını, cesareti olanın cesaretini ortaya koyup birleştirerek, bize güvenlikli bir şekilde uçma imkanını bağışlaması için.
Hayatın “delikli kartonu” sanırım herkesin özgürce konuşabilmesi aslında.