Bakıyorum da şu yaşadığımız hayata...
Ne çok kesin ve değişmez yargılarımız var. Üstelik nedense yargılarımız da genellikle “bize ait” değil. Moda olan yargılardan birini seçip onun tarafını tutuyoruz. Kendimiz bir yargıya varmıyoruz. Birileri bir yargıya varıyor, biz onu destekliyoruz.
Her dönem “son moda” olan yargılar var.
Her dönem hiç değişmeyen tabular var.
Her dönem yasaklar var.
Her dönem bunları tekrarlamayı çok seven insanlar var.
Herkes kendi çıkarına ve dünya görüşüne göre yargılardan, yasaklardan, tabulardan oluşan bir hayat tarifi yapıyor.
Ama sanırım ne kadar tutucu olduklarını fark etmiyorlar bu yargıları, yasakları, “ilericilik” sanırken.
Ne kadar direnseler de, başka bir hayat daha var yaşanılan.
O hayatta... Bütün kendini ilerici zanneden tutuculara, siyasi parti liderlerinin bizlere söylediği yalanlara, birilerinin hâlâ Kürt, Alevi, Ermeni vatandaşlardan ‘korkmasına’, fakirliğin sınırının ürkütücü olmasına rağmen, ben kireçlenmiş tabuların, yargıların, yasakların birer birer kırıldığını görüyorum.
Özellikle Türkiye gibi toplumsal çarpıklıkları çok olan bir ülkede her türlü değişimin sıkıntısı ve sancısı da çok oluyor tabii. Ama bütün sıkıntılara rağmen “bir diktanın kalıntılarını temizlediğimiz” çok açık.
Önceki gün... HSYK değişti...
Sancısı uzun sürecek belli ki...
Türkiye genelinde 11 binden fazla hâkim ve savcı HSYK’nın yeni üyelerini belirleyebilmek için sandık başına gitti. Adli yargıda 165, idari yargıda 34 aday yarıştı.
Ve çıkan sonuç...
“AK Parti ülkeyi ele geçiriyor” yargısını tek gerçek olarak algılayanların ekmeklerine yağ sürecekten cinstendi.
Adalet Bakanlığı bürokratlarının kazandığı HSYK seçimleri, tabii ki “İktidar yargıyı ele geçirdi , gözünüz aydın” diye yorumlandı, yorumlanıyor, yorumlanacak.
Bu kadar ‘iyi’ bir konu en az 5 ay tartışılmalı zaten.
Ama aklıma takılan sorular var doğrusu.
Adalet Bakanlığı’ndaki yüksek bürokratlar daha önce de Anayasa Mahkemesi’ne, Yargıtay’a ve Danıştay’a da üye olabiliyorlardı. Buna hiç itiraz edilmedi bugüne kadar.
Bu yargılama makamlarına üye olmalarına ses çıkarmayıp da idari bir kurul olan HSYK’ya üye olmamalarını istemek tuhaf geldi şimdi bana.
22 kişilik HSYK’nın sadece ikisi Bakanlık kadrosundan gelmekte, atamayla da değil, 11 bin hâkim ve savcının katıldığı oylamada oraya seçilmişler.
Ayrıca, merak etmeden duramıyorum, 11 binden fazla hâkim ve savcı nasıl oluyor da bakanlığın güdümünde davranabiliyor hep beraber.
Ama anlamadığım başka şeyler de var tabii.
AK Parti de üzerine çok hızlı gölge düşürecek, yüzde 42’yi çok hızlı korkutacak yanlışları nasıl bu kadar kolay yapıyor?
Doğrusu ben buna “Yargı elden gitti” demem -ki zaten başkalarının ellerindeydi seçimden önce de, bağımsız pek görmedik yargımızı- ama “fazla ihtiraslı bunlar” derim.
HSYK’nın yeni dönemde işi çok zor olacak. Tarafsız ve bağımsız hareket ettiği konusunda toplumu ikna etmek gibi çok zor bir sınavla karşı karşıyalar.
Tam bir “askeri diktatörlüğün” kalıntılarını temizlenirken buna ne gerek vardı?
Niye bir ihtirasın gölgesini düşürdüler yargının üstüne?
Bunca yasağın, dogmanın, tabunun içinden, onları kırarak geçerken belli ki herkesin zihnine biraz “zifoz” sıçrıyor.
Erbakan’ın düşündürdüğü
Bazı adamlar vardır, nerede bir fotoğraf çekilse, “İlla ben de gözükeyim” diye kafasını uzatır... Adamlar için kimin fotoğrafının çekildiği hiç önemli değildir...
Önemli olan kendisinin gözükmesidir.
Bir nikâh resminin içine golf kıyafetiyle, bir kır eğlencesinin fotoğrafına takım elbiseleriyle girebilir onlar.
Fotoğraflara bakanlar da bütün kalabalığın içinde bu tuhaf ve yersiz adamı görüp gülerler:
- Gene yanlış resme girmiş...
84 yaşında Saadet Partisi’nin genel başkanlığıyla siyasete dönen Erbakan da bende bu duyguyu uyandırdı.
Kendisine özel olarak yapılan asansörle kürsüye gelen, konuşmasını yaparken ağlayan Erbakan’ı görünce, “Niye ısrarla ve bu halde ülkenin siyasi fotoğrafına girmek istiyor?” diye üzüldüm.
Her yaşın bir yakışanı var.
Neredeyse insanüstü bir enerji isteyen siyasetin resmine o yaşta biri pek yakışmıyor.
Ama galiba Erbakan resmin ne olduğuna değil, o resimde görünüp görünmemeye önem veriyor.
Eh, istediği oysa, evet gözüküyor.
Gözüküyor da, yanlış gözüküyor.
Yaşının hak ettiği saygıyla değil de, o yaşta birine yakışmayan, acıklı bir gülünçlükle gözüküyor.
Bazen görünmemek, galiba insanın daha iyi görünmesini sağlıyor.
İyi yemek sevenlere öneriler
- LllBitz’in kurucusu olan Maksut Aşkar’ın projelerini takip etmek...
- Ghetto Gourmet’nin yemeklerine katılmak...
- En kapsamlı gastronomi portalı iyiyemek.com’un özel gecelerine gitmek...’Gizliliği’ sevenlere duyurulur.
Eyvah! Pazar günü yaklaşıyor
Bir G.Saraylı olarak G.Saray’ın içinde bulunduğu karanlık durum beni artık korkutmaya başladı.
Sakın yanlış anlamayın, sahada aldığımız o anlaşılması zor yenilgileri kastetmiyorum.
G.Saray’ın büyüklüğünü attığı gollerle sınırlandırmayacak kadar futbolun o heyecan veren gerçeğini seviyorum. Yenersiniz, yenilirsiniz de...
Çok önemli değil...
Ama G.Saray, son iki-üç senedir ‘kararlı’ bir biçimde kötü yönetiliyor.
Taraftarın futbol takımına ve yöneticilerine en ufak bir güveni kalmamış.
Üç maç önce küme düşme adayları arasında gösterilen Manisa, Hikmet Karaman’ı takımın başına getirdikten sonra önce Trabzon’u, sonra Beşiktaş’ı deplasmanda yendi. Ve G.Saray yönetimi, şimdi Hikmet Karaman’ı Rijkaard’ın yerine getirmeye çalışıyor. Daha da ilginci tam tersi olması beklenirken, Hikmet Karaman, G.Saray’ın teklifini kabul etmiyor.
Oysa Rijkaard’la bu işin yürümeyeceği geçen sezonun sonundan beri belliydi, değil mi?
Rijkaard’ı gönderir, yerine kimi isterseniz onu getirirdiniz. İster Hikmet Karaman’ı, ister Mourinho’yu. Artık bu sizin vizyonunuzla ilgili. Ama ortaya çıkıyor ki en ufak bir hazırlığınız bile yok, teknik direktör değiştirmek için.
Faruk Süren zamanının o ‘cool’, UEFA Kupası sahibi, sahada herkese korku veren takımı gitti...
Yerine bir emekliler ordusu geldi sanki.
İlk 8 haftada 4 yenilgi alan, pazar gecesi Rijkaard’ı göndermeye karar verdiği halde 48 saatttir yerine teknik direktör bulamayan, Arda’sı, Kewell’ı, muhtemelen Baros’u da bulunmayan G.Saray, pazar akşamı 19.00’da F.Bahçe karşısına çıkacak.
Korkuyorum açıkçası.
Tamam, son 10 yıldır Kadıköy’de bırakın galibiyeti, beraberliği bile yok G.Saray’ın.
Ama şu haliyle Kadıköy’de F.Bahçe önüne çıkmak, bende bir ötAnazi duygusu yaratıyor.
Sanırım fişi çekiyoruz...
Masonlar artık ‘görünmek’ istiyor
Dün gece “Teke Tek” programında genç bir adam vardı.
Aynı genç adamla yapılmış bir başka röportajı da, BÜMED’in çıkardığı derginin ekim sayısında görmüştüm.
Prof. Dr. Remzi Sanver...
Geçtiğimiz Haziran ayında 40 yaşında, 750 üye tarafından seçilerek Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği Başkanı seçilmiş. Masonik tabirle “Büyük Üstad” olmuş.
Dergideki röportajdan öğrendiğim kadarıyla, Galatasaray Lisesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nde okumuş. Akademik kariyerine yine aynı okulda Ekonomi Bölümü’nde devam etmiş.
Ve şu anda da Bilgi Üniversitesi’nde hoca.
Tekris edildiğinde, yani masonluğa geçişi yapıldığında 21 yaşını bile doldurmamış. Çünkü babası da mason olduğu için, onlara giriş için yaş sınırı 18’miş.
Eğer 21 yaşını doldurmuş, hür, namuslu ve iyi şöhretli bir erkekseniz mason olabiliyormuşsunuz.
Türkiye genelinde 13 şehirde ve KKTC’de Büyük Loca’nın çatısı altındaki 200 locada 14 bin üye varmış.
Geçtiğimiz yıl Büyük Loca’ nın kuruluşunun 100. yılıymış.
Bunların hepsi çoğumuzun ilk defa duyduğu bilgiler.
Çünkü Masonlar 100 yıldır ilk defa görünür olmayı seçiyorlar. Remzi Sanver bunun nedenini şöyle açıklıyor:
“Artık kapalı kapılar ardında ne yaptıkları belli olmayan bir topluluk olmadığımızı ortaya koyacağım. Biz bir sivil toplum örgütüyüz, toplumun her kesimiyle ilişki halinde olacağız”
Bakalım... Ne olacak?