Haberin Devamı
Dün Cumhuriyetin 90. Yılıydı.
Bayrakların arasında şunu düşündüm; neden bu ülkede demokrasi değil de cumhuriyet yüceltilir hep?
Ve neden iktidarlar hep süratle diktatörleşir? Öyle değil mi, cumhuriyet hep çok önemli olmuştur bu ülkede.
Demokrasi değil, eşitlik değil, insan hakları değil, hukuk değil, insanlık değil Cumhuriyet. Dün de yine çok önemliydi.
Kutlamalar, bayraklar, Atatürkler…AK Parti karşıtı herkes cumhuriyetçiydi dün.
Bütün kavramların birbirine girdiği ülkemizde Cumhuriyet nedir, demokrasi nedir tarifini pek az insan yapabildiği için Ak Partinin de bizim cumhuriyet rejiminden aslında pek uzak düşmeyeceğini göremiyoruz.
Hatta desteklediği tek rejim bu olmalı, demokrasisiz cumhuriyet.
Bizde cumhuriyet en başından yanlış kurulmuş ne yazık ki...
Cumhuriyet, diktatörlük yönetimine cevaz verir bizim ülkede, demokrasi ise diktatörlüğe izin vermez…
O yüzden her dönem demokrasiye karşı cumhuriyet yüceltilir.
Sarah Bernard, “aşk hiçbir zaman açlıktan ölmez, oburluktan ölür aşk” demiş… Bu kural iktidarlar için de geçerli bana sorarsanız…
Ellerindeki gücün her geçen gün kendilerine biraz daha yetersiz gözükmesinden, her gün daha fazlasını istemelerinden, iktidar obezliğinden ölüyorlar bir gün.
Önce siyasi iktidarı alıyorlar, demokrasiye hiçbir şey katmadan…
Sonra paraları istiyorlar.
Paraları aldıktan sonra da, kendilerine benzemeyenleri ezme ihtirasına tutuluyorlar.
Bunları yaparken de devleti halk adına yönetmiyorlar, halkı küçümseyen devletin bir parçasına dönüşüyorlar.
90 yıldır cumhuriyet var ve 90 yıldır bu çıldırma tufanının içinde yaşıyoruz.
Her şeyi “görüntü” sandığımızdan “demokrasinin” de görüntü kısmını benimsemişiz 90 yıldır. Seçimlere çok parti girer hep ama yönetim hep orduda kalır, yıllardır bu böyle oldu. Darbeler de bizim tuhaf cumhuriyetin bir “parçası” olarak kabul edildi uzun yıllardır. Şimdilerde bu değişti…
‘Cumhuriyet’ Ak Partinin eline geçti.
Ama demokrasi hala önemli olmadığı için aslında her şey aynen devam ediyor, sadece asker paşaların yerini sivil paşalar aldı.
Atatürk’ün Batı uygarlığının “özünü” değil, “biçimini” benimsemesi de bir türlü değiştirilemedi bu ülkede.
Bu ülkenin aydınları da “görüntüyü” çağdaşlık olarak değerlendirdi hep. Gericilik-ilericilik tamamen şekil üzerinden öğretildi.
İnsanların birbirlerine nasıl hitap edeceği bile yasalarla belirlendi.Batı’nın şapkasını aldık, gömleğini, ceketini, alfabesini aldık ama felsefesini, bilimini, demokrasisini, insan haklarını, üretim tarzını almadık.
Görüntüsel bir özentiye dayanan bir diktatörlük kurduk basbayağı.
Bugün de öyle…
Bugün de görüntü önemli, eskiden Batılı kıyafetler istenirdi, şimdi dekolte olmayan kıyafetler isteniyor. Devlet gene gardrobunuzun içinde duruyor.
Bu çarpık cumhuriyetin içinde hayat bulmuş bütün “çarpıklıklar” temizlenecek mi bir gün merak ediyorum.
Bu toplum yeniden kurabilecek mi?
İnsanların giyimine, diline, dinine, yaşamına karışılmayan, fikirlerin özgürce ifade edildiği, evrensel hukukun kurulduğu, eşitliğin toplumun temelini oluşturduğu bir dönem başlayacak mı?
Bazen umudumu bütünüyle kaybediyorum… Bazen de bu kadar dibe vurmak beni umutlandırıyor, tek seçenek yukarı çıkış diye düşündüğümden.
Dün cumhuriyetin 90. Yılıydı…
Herkes çok sevinçliydi…
Ben değildim, demokrasisi olmayan bir cumhuriyet ilgimi çekmiyor çünkü.
Bu cumhuriyet bize sürekli ‘siz yoksunuz’ dedi ve demeye devam ediyor. Ama bütün dikta heveslileri bir şeyi unutuyor gerçekten;
Ya varsak…
Ya bir gün “biz varız” dersek...