Haberin Devamı
Sevmek ne tuhaf şey… Kendimize hiç benzemeyen, hayatı kavrayış biçimi, yaşama üslubu, zevkleri, ölçüleri, ilişkileri bize çok uzak birini, hatta onu ne kadar sevdiğimizi bile bilmeden seviyoruz bazen.
O kadar güçlü bir duygu sevgi…
Tanımanı bile beklemiyor bazen…
Bir nedene ihtiyaç duymuyor ortalarda dolaşmak için.
Bize sormuyor gelirken…
Benzeyeni aramıyor…
Güzelikte ısrar etmiyor…
Doğruyu istemiyor…
Sadece seviyor…
Sonra bir gün yine bize sormadan çekip gidiyor ortalıktan.
Her defasında gitmeden sayısız işaret veriyor belki bize ama günü geldiğinde biz onun işaretlerine ister aldıralım ister aldırmayalım, o kararlı biçimde bizim aldırmazlığımıza ya da korkularımıza ya da acılarımıza bakmadan çekip gidiyor işte…
Onunla ilgili söylenmiş her şeyi, her kutsal bakışı, her büyülü sözü, her şeyi geride bırakıp gidiyor.
Bazen aşklar, sevgiler uykuya dalar gibi huzur veren bir sessizlikle biter…
Ama bazense öfkelerle, gözyaşlarıyla, intikam istekleriyle hatta ölümü özleyerek, ölüp ölüp dirilerek, yaralanıp yaralayarak hiç bitmeden bitiyor.
Çünkü sevmenin “aldatma” sözcüğüyle beraber anıldığı bir dünyada her sevgi günü gelince altüst oluyor.
Neden mi böyle düşünüyorum?
Adını yazmamı istemeyen ama yaşını yazabileceğimi söyleyen 66 yaşında bir hanım okuyucu, 26 yıl sonra ikinci eşinden aldatıldığı için ayrılırken çektiği acıyı yazmış bana.
Nasıl büyük bir sevgiyle başlayan ilişkilerini… Ve nasıl can acıtarak bittiğini…
‘Aslında babanıza yazmak isterdim bunları ama o şu sıralar pek yoğun, umarım böyle diyerek sizi kırmam… Sizi babanız yoğun diye seçmedim, beni anlayacağınızı sezdiğim için seçtim’ demiş…
Yazdığı maili önce sinemacı arkadaşlarıma vermeyi düşündüm… Çünkü o kadar incelikli yazılmış bir 26 yıldı ki okuduğum… Gerçekten önce bir romanın parçası sandım.
Bana şunu sormuş 66 yaşındaki o hanım, ‘kadına düşen affetme ve hoşgörülü olma rolü gerçek mi sizce? Kadın gerçekten affeder mi?’ sonra da eklemiş, ‘Ben affetmedim.’
Aslında bunu babama sormak istemiş.
Kendimi bu soruya cevap ararken eksik hissettim hep, çünkü gerçekten bir erkek bilebilirdi bunun hakiki cevabını…
Sayısız kere, milyonlarca yıldır kadın affediyor…
Peki kadın gerçekten affediyor mu?
Bunu bilmiyorum.
Diyeceksiniz ki ‘affetmiş gibi gözükür ama affetmez…’
Belki doğrudur…
Meşhur sözdür, ‘Kadınlar affeder ama unutmaz… Erkekler affetmez ama unutur.’
Bunlar da doğru mu bilemiyorum…
Ben affetmiş gibi gözükmenin, affetmenin parçası olduğuna inanıyorum çünkü…
Affetmiş gibi yapmak için bile affetmeye ihtiyaç duyarsın bana kalırsa…
Affetmiş gibi yapabilmek için her şeyden önce karşındakinden vazgeçmemen gerekir.
Hem vazgeçemiyor, hem affedemiyorsan ve ‘affetmiş gibi yapıyorsan’, bu içindeki affetmek isteğinin güçlülüğündedir.
Onunla olabilmek için affetmek istersin, bunun için kendinle dövüşürsün.
Affetme isteği kolay kazanamaz bu savaşı, onun için önce seni “affetmiş gibi yapmaya” ikna eder.
Bence bu affetmeye giden yoldur.
Vazgeçemeyecek kadar sevdiğinde affedersin.
Vazgeçebildiğinde affetmezsin.
Ama hem vazgeçemiyor, hem affedemiyorsan, sonunda ne vazgeçer, ne affeder ama ona düşman olursun.
Bu korkunç çıkmazın sonrası ise sadece acı ve kederdir.
Ve asıl soru bundan sonra başlar bence…
Affetmeyip ayrılık acısı çekmek mi zordur yoksa affetmeyip düşman olmak mı?