Haberin Devamı
Size Latife Hanım’ın kardeşi, Vecihe Hanım’ın torunu Sadık Öke’nin, Fatih Bayhan’la birlikte hazırladığı “Teyzem Latife” kitabından bahsetmiştim.
Kitabı okudukça sevdim, Sadık Öke’nin Latife Hanım’ı anlatırken kullandığı dilin samimiyeti hoşuma gitti.
Çünkü ben de Latife Hanım’ı Atatürk’süz anlatmanın mümkün
olmayacağına inananlardanım.
Bu da anlatacağınız birçok şeyi ürkerek, çekinerek anlatmanıza neden olabilir, bütün kitabı yapay bir hale getirebilir. Ama Sadık Öke neredeyse buna hiç yenik düşmemiş, hatta bazı yerlerde insanı şaşırtacak kadar cesur hikâyeler anlatmış.
Kitaptan çok şey öğrendim Atatürk ve Latife Hanım’la ilgili...
Latife Hanım; kendisine yazılmış mektupları, ayrıldıktan sonra özellikle bir iç hesaplaşma gibi Atatürk’le yaşadığı olayları, yazdığı notları, bütün evrakları, Paşa’nın bazı nutuklarının asıllarını, beraber yazdıkları yazıları ve daha birçok şeyi saklamış.
Bunların hepsi ölümünden sonra Türk Tarih Kurumu’na bağışlanmış.
O belgelerin hepsi şu an sır. Çünkü aile, toplumun henüz bu belgelere hazır olmadığını düşündüğünden, Latife Hanım’a zarar vermemek için, AİHM kararınca bu belgelerin 2074 yılına kadar açılmasını engellemiş.
Latife Hanım’ın ölümünden 99 yıl sonra açılabilecek yani...
“O belgelerde ‘Ben kocamla Adana’ya gittim, beni arabada soluna oturttu, bir kadına bu yapılmaz. Kadın her zaman sağda oturtulur’ ya da ‘Yeter artık çok içtin, bu ne rezalet!’ ya da ‘Hiç sevmiyorum şu arkadaşını, amma yaramaz adam, karısına ne biçim davranıyor?’ gibi her kadının kocası hakkında söyleyebileceği, ‘Bunu yapmaması gerekirdi’ gibi daha çok asker ve mahalle arkadaşlarına yönelik şeyler var.
Bunlar çok normal...
Ama açıldığı zaman “insan” Mustafa Kemal ortaya çıkacak diye buna tahammül edemeyen Mustafa Kemal’den geçinmeciler, kurdukları sistem çökerse kişisel çıkarları da çöker diye bu belgelerden korkuyor. Dincinin yobazı kadar lâikin yobazı da bu sistemden faydalanıyor. Bunun için Ata’nın ailesine bile zarar verirler” demiş Sadık Öke, belgeleri neden şimdi açıklamadıklarını anlatırken.
Atatürk 15 gün kaldığı Uşşakizadeler’in köşkünde evin kızı Latife ile tanışıyor ve onu beğeniyor.
“Dört gece arka arkaya konuştuk” diye anlatmış Latife Hanım o günleri gazeteci Niyazi Ahmet Banoğlu’na...
Latife Hanım’ın bir Türk gazetecisine verdiği tek röportajmış bu.
Sadık Öke, bazı çok özel anıları da anlatıyor:
“Mustafa Kemal, Latife Hanım’dan o kadar etkileniyor ki, beraber olmak istiyor. Latife Hanım bunu kabul edecek bir
yapıda değil. Ancak birbirlerine ilgilerini açıkladıkları gece ilk önce Latife Hanım ilgisini açıklıyor.
Latife Hanım onunla evlenebilirdi ama metresi olamazdı.
Paşa, birliktelik teklifini bir adım ileri götürüp gece vakti İzmir sokaklarına çıkıp müftü bularak imam nikahı ile evlenme teklif etmiş.
Latife Hanım, babası yanında olmadan bunu yapmak istemiyor.
Paşa ısrar ederek beğenisinin gerçek olduğunu göstermek için Latife Hanım’ı öpmek için eğilmiş, Latife Hanım masadaki silahı alıp havaya üç el ateş etmiş. Devam ederse dördüncüyü kendisine sıkacağını, çünkü memleketin Paşa’ya ihtiyacı olduğunu söylemiş.”
Atatürk’le ayrıldıktan sonra 50 yıl yaşamış Latife Hanım...
Ben o 50 yılı, Mustafa Kemal’le geçirdiği 2.5 yıldan daha çok merak ediyorum. “Teyzem Latife” kitabında Sadık Öke gerçekten insanı sarsan bir açıklıkla pek çok şeyi anlatmış.
Abdürrahim Tuncak...
Atatürk’ün evlat edindiği çocuk...
Sadık Öke şöyle anlatıyor:
“Abdürrahim’in kendi anlattığına göre, 1911’de evlat edinilmiş. Oysa Zübeyde Hanım Selanik’ten 1912’de geldiğine göre, bu evlat edinme ancak İstanbul’da 1912’de olabilir.
Demek Paşa, annesi İstanbul’a gelmeden bu çocuğu evlat edinmiş. Paşa’nın çocuğu olmuyor, böbreklerindeki sorunlar ve geç bir yaşta kabakulak geçirdiği için...
Paşa 1907’de Selanik Ordu Merkezi’nde. Yıl olarak bakınca bu çocuğun Paşa’nın bir Selanik macerasının meyvesi olma olasılığı çok yüksek. Bizim bildiğimiz Abdürrahim, Paşa’nın oğludur. Bir ihtimal de Fikriye Hanım’dan olma oğludur.”
Galiba bazı gerçekler 2074’ü beklemeyecek ortaya çıkmak için.
Yılın en ‘zalim’ ayı Nisan
En zalim aydır Nisan, çıkartır
Leylakları ölü topraktan, karar
Bellekle arzuyu, karıştırır
Kasvetli kökleri bahar yağmuruyla.”
T.S.Elliot’ın şiiri böyle
başlar ya... Nasıl devam ettiğini bilmeden ya da nisanın
neden zalim bir ay olduğu hissetmeden ne ömürler biter ama ‘En zalim aydır Nisan’ cümlesini çoğu insan bilir.
Ben de bilirim.
Ama bu sefer hissettim de... Nisan’ın zalimliğini.
Geçen sabah, herkes daha uyurken uyandım.
Gökyüzü kalın kauçuktan bir balon gibi şişmişti. Şehrin solgunlaşan ışıklarını boğarak emiyordu sanki.
Kenarları hafifçe kızaran grimsi bulutlar doğmakta olan güneşi saklıyordu.
Nisan sabahı durgun ve sıkıntılıydı.
Fısıltılı bir yağmur başladı birden.
Sokaklar sessizdi... Evler sessizdi... Yağmur sessizdi.
Sadece bir fısıltı vardı...
Yalnız insanları düşündüm.
Evin içine baktım, kimsesizdi sanki. Eşyaların her biri diğerlerinden ayrı bir parça halinde köşelerde duruyordu.
Arada bir apartmanın içinden bir ayak sesi duyuluyordu, yaklaşıyor, kapının önünden durmadan geçiyordu.
Dedemim çok güzel okuduğu Kemalettin Kamu’nun şiiri geldi aklıma:
Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi
Mustaribim bu duvarın
dış tarafında inandığım biri var gibi
Sanıyorum saçlarımı
okşuyor bir el
Kıpırdanmak istemiyor göz kapaklarım
Yan odadan bir ince ses diyor gibi ‘gel’
Ve hakikat bırakıyor
hülyamı yarım
Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın
Kulaklarım komşuların ayak sesinde
Varsın gene bir yudum su veren olmasın
Başucumda biri bana ‘su yok’ desin de.”
Nereden aklıma düşmüştü ki yalnızlık birdenbire.
Bir bahar yağmuru gerçekten mi karıştırıyordu kasvetli kökleri?
Yalnızlar...
Bir zamanlar gençlikleri,
çocuklukları, ilk aşkları, ilk öpüşmeleri, ilk sevişmeleri...
Dostları, sevgilileri, aşkları, sevinçleri, acıları, özlemleri, hayâlleri olan yalnızlar...
Ilık bir yağmur fısıldayarak hep aynı cevapsız soruyu
soruyordu:
“Sen niye yalnızsın
çocuğum? Nerede senin dostların, sevgililerin? Ne yaptın, nerede kaybettin onları?”
Yalnızlık nerede, ne zaman, nasıl başlıyordu?
Yalnızlığın başladığı an ile senin yalnızlığını hissettiğin an arasında neler geçiyordu?
Hemen anlıyor muydun yalnızlığını yoksa anladığında yalnızlığın durgun sularına epey gömülmüş mü oluyordun?
Bu yağmur,
bu bulutlar, bu fısıltılı grilik...
Nisan, zalim sabahlar zamanı...
Aleviler’in eli niye CHP’ye mahkum?
CHP’den milletvekili adayı olmak için bekleyen Aleviler, adaylar açıklandığında hiçbiri listede yer almayınca çok kırılmış. Aday olamayan Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız ‘Alevilerin eli mahkum, yine gidip CHP’ye verecekler’ demiş.
Hiç anlamadım... Niye Aleviler’in eli mahkum?
CHP’den bu kadar dışlanan Aleviler niye hâlâ kendilerini çaresiz görüyor?
Bağımsız aday olsunlar...
Aleviler’e bu kadar “çaresizlik” yakışmıyor.
Haydi çocuklarımızı Liszt’e götürelim!
2011 yılı tüm dünyada besteci Franz Liszt’in 200. yaşı nedeniyle etkinliklerle kutlanıyor. İstanbul’da da yarın başlayan ve 10 Mayıs’a kadar sürecek festival başlıyor:
‘Liszt Piyano Haftaları...’
Resitaller Süreyya Operası, Caddebostan Kültür Merkezi ve Fulya Sanat Merkezi‘nde düzenleniyormuş, Dolmabahçe Sarayı‘ndaki konserle de bitecekmiş. Türk, Macar ve Fransız piyanistler yedi resitalde Liszt’in unutulmaz eserlerini
çalacaklarmış.
Klasik müzik severlere duyurulur...
Bu hafta 23 Nisan’da çocukları götürmeye ne dersiniz?