Pazartesi günü gecenin ilerleyen bir saatinde Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Kartoğlu’nun Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ile çözüm süreci üzerine yapmış olduğu söyleşinin notlarını (http://haber.stargazete.com/guncel/besir-atalay-cozum-surecinde-yeni-asamaya-geciliyor/haber-927730) okudum. Atalay baştan sona pembe bir tablo çiziyor ve Eylül ayından itibaren sürecin alabildiğine hızlanacağını, bazı ayrıntılarla anlatıyordu. En önemlisi Atalay’ın sözleri, sürecin iki temel aktörü, yani hükümet ile Kürt siyasi hareketi (KSH) arasındaki güven sorununun büyük ölçüde aşılmış olduğunu ortaya koyuyordu.
Atalay, Lice’deki Mahsun Korkmaz heykeli sorunu için de şunları söylemişti: “Dağ başında bir yerde birileri aniden ortaya bir heykel çıkarıyor. Bunu bir iki gazeteye servis ediyorlar. Dün nerelerde çıktı o haber? İki tarafın provokatörleri işbirliği yapıyor. Tam da bizlerin süreçle ilgili en olumlu açıklamaları yaptığımız gün. Bunlar sürpriz değil, bunları beklemek lazım.”
Ne var ki heykel krizi Atalay’ın soğukkanlılığına zıt bir şekilde gelişti ve Salı sabahı erken saatlerde Lice’den 23 yaşındaki Mehdin Taşkın’ın ölümüyle sonuçlanan operasyon haberi geldi. Askerler halkı güç kullanarak püskürtüp dikildikten 4 gün sonra heykeli söktüler.
Karşılıklı yanlışlar
Eğer Türkiye’de “tüm sorunları anası” olan Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yönetmelerle kalıcı bir şekilde çözümünü istiyor, bu bağlamda tüm eksiklik ve aksaklıklarına rağmen çözüm sürecini destekliyorsanız öncelikle tarafları yeniden çatışma ortamına sürükleyebilecek bu türden olumsuz gelişmeler karşısında itidali ve soğukkanlılığı olabildiğince korumak şart. Dolayısıyla yangına körükle gitmek yerine kimin nerde, nasıl hata yaptığını, bunların nasıl aşılabileceğini, yaşanan olumsuzluklardan ders çıkararak tartışmak gerekir.
1) İlkin, tarafların daha önceki benzer olaylardan pek bir ders çıkartmamış olduklarının altını çizelim. Sadece Lice’ye bakmak yeterli: Geçen yıl Haziran ayı sonlarında kalekol inşaatı protestosunu bastırmak isteyen güvenlik güçleri Medeni Yıldırım’ın, bu Haziran başındaysa benzer bir olayda Ramazan Baran ile Baki Akdemir’in ölümüne neden oldular. Her iki operasyon da göstere göstere gelmişti, tıpkı dün olduğu gibi.
2) İki taraf da bu tür olaylarda kendisini tamamen meşru, karşı tarafı gayrımeşru görüyor. Dün devlet, “istediğim yere karakol/kalekol dikerim” derken KSH halkı arkasına alarak “biz istemiyorsak olmaz, izin vermeyiz” diyordu. Bugünse KSH “bu heykeli halk dikti” derken devlet “biz istemiyorsak olmaz, izin vermeyiz” diyor.
3) Geçmişte yaşanan bütün olumsuzlukların ardından hükümet ile KSH arasında birtakım mekanizmalar (Öcalan, milletvekilleri, belediye başkanları...) devreye girdi ve sorunun daha da büyümesinin önü alındı, muhtemelen bu sefer de benzer bir süreç yaşanacak. Halbuki bu sefer, operasyon olmadan krizin çözülebilmesinin zemini ve imkanları vardı, ama olmadı.
4) Bu tür olayları “provokasyon” açısından değerlendirip sahici dinamiklerin ihmal edilmesi yaklaşımına oldum olası sıcak bakmadım. Bu sefer de aynı pozisyonumu korumaya çalışıyorum fakat heykel dikildikten sonra hükümete yönelik “buna nasıl izin verirsiniz?” diye özetlenebilecek kampanyanın yerini, heykel söküldükten hemen sonra KSH’ne yönelik “bu hükümetle neyi nasıl çözeceksiniz?” kampanyasının almasına dikkat çekmek de kaçınılmaz.
Çözüm sürecine mahkumuz
Türkiye’nin çözüm sürecinden vazgeçme diye bir lüksü, hele bölgemizdeki kaos ortamı göz önüne alınırsa kesinlikle yok. Sürecin baş aktörlerine tek tek baktığımızdaysa, gerek AKP iktidarı, gerekse KSH’nin bu sürece dört elle sarılmaktan başka bir seçeneklerinin olmadığı anlaşılacaktır.
Şöyle ki siyasi iktidar üç sütun üzerinde yükseliyor: Erdoğan’ın sürekli artan iktidarı, Gülen cemaatine karşı yürütülen savaş ve son olarak çözüm süreci. Bunların içinden çözüm sürecini çıkarırsanız bu yapı hızla ve kolaylıkla çöker. Nitekim Cemaat başta olmak üzere birçok iç ve dış odak açık veya örtülü olarak bu süreci hedef alıyor.
Tarihinin en güçlü anını yakalamış olan KSH, bu noktaya varmasında çözüm sürecinin rolünü çok iyi görebilecek bir stratejik akla sahip. Örneğin, eğer PKK yeniden Türkiye’de devletle çatışacak olursa, son dönemde Suriye ve Irak’ta elde ettiği kazanımları da riske atmış olur. Bunlardan bazılarını kısaca hatırlayalım:
1) IŞİD’e karşı verdiği mücadele sayesinde (ABD dahil) Batı’da PKK imajının hızla değişmesi;
2) Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkilerin rehabilitasyonu;
3) KSH’nin Türkiye sınırlarını da aşan bir şekilde bölgesel bir güç olarak sivrilmesi...
Bitirirken: Eğer Türkiye’de sahiden kalıcı bir barışı inşa etmek istiyorsak, diyalog ve müzakere kanallarını güçlendirip canlı tutmalı, akbabaların iştahını kabartacak davranışlardan kaçınmalıyız.