Yeni Sinop’lar istemiyorsak...

Haberin Devamı

Halkların Demokratik Kongresi’nin yeni İmralı sürecini anlatmak için Karadeniz turu düzenleme kararı küçük çaplı tartışmalara yol açmış, bu ziyaretlerin sürece yarardan çok zarar getirebileceğini ileri sürenler olmuştu. Ben de Karadeniz turu fikrini pek anlamlı ve gerekli bulmayanlardandım. Her şey bir yana, zamanlama yanlıştı. BDP’li siyasetçilerin ikinci kez İmralı’ya gidip Öcalan ile görüşmesinin ve oradan çıkacak sonuçların beklenmesi daha uygun olurdu.

İtiraz sahiplerinin bir bölümü, rahip Santoro cinayeti, TAYAD’lılara saldırı, Ahmet Türk’ün yumruklanması gibi olaylardan hareketle Karadeniz’in saldırgan şovenizmin bir tür ana üssü hâline geldiğini, BDP’li milletvekillerin de yer aldığı heyete karşı provokatif saldırılar olabileceğini de savunuyorlardı.

Gezinin Çorum’dan sonraki ikinci ayağı olan Sinop’ta yaşananlardan sonra provokasyon uyarıları yapanların öngörülerinin isabetli çıktığını söyleyebiliriz. Ancak buradan hareketle “Onlar da gitmeseydi!” veya “Ne işleri var Karadeniz’de?” gibi cümleler kurmak yanlış olacaktır. Çünkü her siyasetçinin, her milletvekilinin ülkenin her köşesinde istediği gibi dolaşma, faaliyette bulunma hakkı vardır. Muhtemel olayları önlemekse devletin sorumluluğundadır.

Devletin sorumluluğu

Dün saat 16.00 civarında BDP’li Sırrı Süreyya Önder ile telefonda konuştum. O sırada polise takviye olarak askerler de Sinop Öğretmenevi’ne gelmişti ama saldırgan grubun ablukası sürdüğü için HDK heyetini dinlemek isteyenler içeri giremiyorlardı. Önder saldırının son derece örgütlü olduğunu söyledi: Günler öncesinden bildiriler hazırlanıp dağıtılmış, tek örnek pankartlar yapılmış, ev ve iş yerleri bayraklarla donatılmış, hatta CHP’li Belediye Başkanı Baki Ergül de “Huzurumuzu niye bozuyorlar?” demiş. Önder, araçlarının tahrip edilip yağmalandığını, polisinse saldırganlara aşırı tolerans gösterdiğini vurguladı. Sonuçta Önder’in anlattıklarından devletin Sinop’ta sorumluluğunu tam olarak yerine getirmemiş olduğunu anlıyoruz.

Türkiye’de devletin, sayıca çok olanların sayıca az olanları hedef alan azgınlıklarına şu ya da bu nedenle göz yumduğu birçok örneği biliyoruz ancak bu kez durum çok farklı. Fark şurada: Devlet artık Kürt meselesi eksenli çatışmanın sürmesinden değil bir an önce sonlanmasından yana ve buna bağlı olarak riskli ama ümit verici bir süreç başlatmış durumda. Sinop’ta yaşanan türden olaylarınsa, tam da süreci sabote etmek isteyenlerin temel argümanı olan “Kürt sorununu çözelim derken Türk sorunu yaratıyorlar” iddiasını kuvvetlendireceği aşikâr.

Dolayısıyla Sinop’taki provokasyonun kimler tarafından nasıl tezgâhlandığını, bunların devlet içinde bağlantılarının bulunup bulunmadığını ortaya çıkarmak zorunlu. Aksi takdirde yeni İmralı sürecinin gelişmesine bağlı olarak ülkenin dört bir yanında benzer vakalarla sık sık karşılaşabiliriz. Bu açıdan bakıldığında, Sinop’un, Karadeniz’in en kendi hâlinde illerinden biri olarak biliniyor olması durumun vahametini göstermeye yeterli.

Tekrar yazının başına dönecek olursak: BDP’lilerin Karadeniz turu düzenlemesini yanlış/gereksiz/anlamsız bulabiliriz. Ama bu, Sinop’taki gibi şoven bir saldırganlığı hiçbir şekilde anlayışla karşılamamıza yol açmamalı. Tabii eğer sahiden çözüm ve barış istiyorsak.

DİĞER YENİ YAZILAR