TBMM’de “tarihi bir gün” yaşamayı bekliyorduk ama pek öyle olmadı. Siyasi parti liderleri Kürt sorunu ve hükümetin başlatmış olduğu açılım süreci hakkındaki görüşlerini bir kez daha, Genel Kurul atmosferinde, daha vurgulu bir şekilde tekrarladılar. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, kısa ve orta vadede atmayı düşündükleri bazı adımları sıraladı fakat bunlar fazla ilgi uyandıramadı. Çünkü yerleşim birimlerinin eski isimlerinin iadesi, siyasi partilerin Türkçe dışında dillerde propaganda yapabilmesi gibi projeler zaten daha önceden biliniyordu veya “ayrımcılığa karşı komisyon”, “kolluk şikayet mekanizması” gibi kurulması düşünülen yeni yapılanmaların ne oldukları tam olarak anlaşılamadı. Burada bir parantez açıp “ayrımcılık” ile ilgili yeni yapının bir tür ombudsmanlık olarak tasarlandığını ancak “etnik” konulardan ziyade mezhep ayrımcılığını, diğer bir deyişle Aleviliği ilgilendirdiğini belirtelim.
Buna rağmen Başbakan Erdoğan’ın, Atalay’ın konuşmasını yeterli bulup “somut adımlar” konusunda hiçbir şey söylememesi hiç kuşkusuz dikkat çekiciydi ama şaşırtıcı değildi. Ama dünkü genel görüşmenin en çarpıcı yönü, içinde bulunduğumuz açılım sürecinin en temel konusu olan PKK’nın silahsızlandırılması konusunda iktidar partisinden en ufak bir bilgi verilmemesiydi. Bunda ülkeye dönüşler sırasında yaşananlar ve bunların doğurduğu tepkilerin rolü kuşkusuz çok etkili olmuştur, nitekim CHP Lideri Baykal konuşmasında bu konuya hayli geniş bir yer ayırmıştı.
Erdoğan’ın itirafı
Gerek Atalay, gerek AKP adına konuşan Adana Milletvekili Ömer Çelik, gerekse Erdoğan, ısrarla söz konusu olanın “Kürt” değil “demokrasi” açılımı olduğunu; bir “milli birlik projesi” yürüttüklerini vurguladılar ancak her üçünün de konuşmalarının ana ekseni Kürt sorunuydu ve her üçü de iktidar partisinin, muhalefete rağmen bu süreci sonuna kadar götürmede kararlı olduklarının altını çizdiler. Ömer Çelik, MHP ve CHP’yi, geçmişte icraatları veya söyledikleriyle vurma konusunda ciddi bir hazırlık yapmıştı ve bu yüzden ilk atışmalar onun konuşması sırasında yaşandı. Yine Çelik’in DTP’ye de sert eleştiriler yönelttiğini ve DTP’lileri epey kızdırdığını da belirtmek lazım.
Bana göre düne damgasını vuran söz AKP Lideri Erdoğan’dan geldi: “Statükoyla devam edebiliyorsak, buyrun devam edelim!” Hükümetin bu açılımı neden başlattığını ve sonuna kadar götürmek istediğini daha özlü ifade edebilmenin mümkün olduğunu sanmıyorum. Bu söz sanıldığı gibi bir “meydan okuma” değil, çaresizliği dışavuran bir tür “itiraf” olarak görülmeli. Yani AKP, tıpkı iktidarda olduğu 7 yıl boyunca yaptığı gibi, Kürt ve PKK sorunlarıyla mücadelesini büyük ölçüde statükoyu muhafaza ederek sürdürmeyi tercih ederdi ancak bir noktadan sonra bunun mümkün olamadığını görüp bu açılıma mecbur kaldı. Daha önce de yazdığım gibi, iktidar partisi PKK’nın Dağlıca baskıyla statükonun daha fazla sürdürülemeyeceğini kavradı, diğer bir deyişle Dağlıca açılımın dönüm noktası oldu.
Bir formaliteydi
Tekrar başa dönecek olursak, dünkü genel görüşme açılımda bir dönüm noktası işlevi görür mü? Sanmıyorum. Dün sadece bir formalite yerine getirildi. 10 Kasım’daki oturumda yaşanan tatsızlıkların kamuoyunda uyandırdığı tepkiler nedeniyle görüşmenin başlarının sakin geçmesi kimilerini heyecanlandırıp umutlandırmış olabilir ancak özellikle Erdoğan’ın konuşması sırasında yine bildik sahnelerle karşılaştık. CHP’lilerin genel kurulu terk etmeleriyle de beklentilerin boşuna olduğu iyice kanıtlanmış oldu. Erdoğan’ın, CHP’lilerin gidişine verdiği destek, iktidar partisinin bundan böyle muhalefetten umudu iyice kesmiş olduğunu göstermesi açısından hayli anlamlıydı. MHP’nin “ikinci oturum” önerisinin dün yaşananlardan sonra pek mümkün olmadığı, olsa bile bir işe yaramayacağıysa malum.
Yeni bir şey öğrenemedik
Haberin Devamı