Usame bin Ladin’in (UBL) öldürülmesiyle birlikte El Kaide’yi nasıl bir geleceğin beklediği sorusu iyice öne çıktı. Şu ana kadarki tartışmalar, aslında El Kaide hakkında çok da fazla bir şey bilmediğimizi gözler önüne seriyor. Ne El Kaide’nin an itibariyle nasıl bir şebeke olduğunu; kollarının nereye uzanıp nereye uzanamadığını; ne UBL’in El Kaide içindeki gerçek konumunu; ne de onun ölümünün ardından El Kaide’de nasıl bir liderlik yapılanmasına gidileceğini biliyoruz.
Bu bilgi eksikliğinin, bilgisizliğin temel nedeni ilgisizlik. Çünkü 11 Eylül’ün ardından Madrid, Londra, Bali, İstanbul gibi yerlerde çok sansasyonel eylemlere imza atmış olan (ki bu eylemlerden bazılarının El Kaide ile doğrudan ilişki içinde olmayan kişi ve gruplar tarafından yapıldığı ileri sürülüyor) bu uluslarötesi şebeke ne zamandır bir suskunluğa gömülmüştü. Aslına bakılacak olursa söz konusu olan “suskunluk” değil köklü bir “strateji değişikliği”ydi, “küresel”den, tekrar “ulusal”, “bölgesel” ve “yerel” cihada dönüştü. Bugünden bakıldığında bu değişikliğin El Kaide açısından son derece yanlış olduğunu söyleyebiliriz.
Şöyle ki El Kaide’nin başarısının sırrı, o ana kadar “ulusal”, “bölgesel”, hatta “yerel” sınırlara hapsolmuş ve geçici Taliban iktidarını saymazsak, hiçbir yerde kalıcı sonuçlar alamayan “cihad” anlayışına 11 Eylül’le birlikte küresel bir boyut katmasında yatıyordu. Kenya ve Tanzanya’da Amerikan büyükelçiliklerinin havaya uçurulması, Yemen’de Amerikan zırhlısına yönelik saldırı gibi eylemleri 11 Eylül’ün provaları olarak görebiliriz. Bali, İstanbul, Madrid, Londra gibi yerlerde düzenlenen intihar eylemleri de El Kaide’nin istediği zamanda, istediği yerde, istediği şekilde saldırabileceği yolundaki imajını iyice güçlendirmişti.
El Kaide’nin Batı karşısında gücünü esas olarak nerden aldığını, örgütün bir yöneticisi mealen şöyle açıklamıştı: “Bizim insanlarımız ölmek, şehit olmak için ellerinden geleni yaparken sizin insanlarınız ölmemek için her şeyi yapıyorlar.” Hiç kuşkusuz El Kaide’den önce de “intihar eylemleri” vardı, ama UBL ve kurmayları “intihar eylemleri”ni küreselleştirdiler, işin içine en ileri teknolojileri ve kimi zaman deha derecesinde yaratıcılıklarını kattılar ve bütün bunların sonucunda beklenmedik bir başarıya ulaştılar.
Dönüm noktası: Irak
Fakat bir aşamadan sonra El Kaide inişe geçti. Bu inişin temelinde, yukarda da değindiğim gibi, “küresel cihad” anlayışının ikinci plana itilmesinin, hatta unutulmasının ve yerine eski tip “ulusal”, “bölgesel” ve “yerel” cihadlara dönülmesinin yattığını düşünüyorum. Bu bağlamda Irak’ın işgali El Kaide için tam bir dönüm noktası olmuştur. Amerikalıların Kürtler ve Şiileri tercih etmesi üzerine Sünni Araplarda yaşanan derin memnuniyetsizliği kaçırılmayacak bir fırsat olarak gören El Kaide elindeki imkanların birçoğunu buraya akıttı. Bunun sonucunda, Ebu Musab el Zerkavi liderliğindeki El Kaide güçleri başlangıçta Irak’ta epey mesafe aldılar ama gerek Sünni aşiretlerin bir kısmının, Türkiye’nin de dahil olduğu bazı dış güçlerin de telkiniyle yeni sisteme entegre olmaları, gerekse Haziran 2006’da Zerkavi’nin öldürülmesiyle etkilerini yitirdiler. Sonuçta Irak, işgalci Amerikalılar için kısmen, ama buradan bir “şeriat devleti” çıkarma hayaline kapılmış olan El Kaide için tamamen bir hüsran oldu.
Benzer bir gelişme Afganistan’da ve daha çarpıcı bir biçimde Pakistan’da yaşandı. Pakistan’da yaşanan her türlü kutuplaşmanın kendilerine yaradığını düşünen ve mevcut istikrarsızlığı daha da tırmandırmaları halinde bu ülkenin en azından bazı bölgelerinde iktidara gelebileceklerini (veya kendilerine yakın bazı İslamcı grupları iktidara taşıyabileceklerini) düşünen El Kaideciler yine hüsran yaşadı.
Bitirirken şu noktanın altını çizmek isterim: El Kaide kolay kolay ortadan kaybolacak bir örgütlenme değil. En önemlisi, yaşadıklarından ders çıkarmayı bilen son derece iyi yetişmiş çok sayıda kadroya sahip. İşte bu ekip eğer yeniden “küresel cihad” anlayışına dönüş yaparsa o zaman tüm dünya yeniden El Kaide’yi dert edinebilir.
Ya El Kaide hatasından dönerse?
Haberin Devamı