Van dersleri

Haberin Devamı

Başbakan Erdoğan depremden haberdar olur olmaz bakanlarını da yanına alıp Van’a gitti, hatta akşam saatlerini, depremden en büyük vurgunu yemiş olan Erciş’te geçirdi. Normal olarak, depremin şokunun hâlâ çok güçlü olduğu bir sırada, Erciş’te bulunmak bir siyasetçi için epey risklidir. Fakat Erciş’te o akşam karanlığında yanında bakanlarıyla Erdoğan’ı gördüğümde hiç şaşırmamıştım. Zira Erdoğan’ı rakiplerinden ayıran en belirgin özelliklerden biri, hele işin içinde halkla doğrudan temas söz konusuysa, risklerin üstüne gitmekten çekinmemesidir.

Ne var ki Erdoğan’ın cesareti ve inisiyatif alma yeteneğinin bu tür ciddi kriz anlarında tek başına yeterli olmadığını çok zaman geçmeden gördük. Kendisinin de itiraf ettiği gibi, ilk günden sürece müdahale etme başarısını gösteren hükümet, depremzedelerin, başta çadır olmak üzere birçok sorununu çözmekte bocaladı. Üstelik daha ilk depremin yaraları sarılamadan Van’daki 5.6’lık ikinci depremde göz göre göre kayıplar verildi.

Kimileri bu durumu o bildik “kendisi iyi, çevresi kötü” formülüyle izaha kalkabilir. Katılmıyorum. Van’da yaşanan sorunları, sıkıntıları, kurmaylarının Erdoğan’a ayak uyduramamasıyla açıklamak aldatıcı olacaktır. Çünkü işin kökü çok daha derinlere, ülkemizde yıllardır egemen olan sistemin arızlarına gitmektedir. Ki Erdoğan’ın da sık sık “bürokratik oligarşi” olarak tanımladığı bir yapıdan şikayetçi olduğunu duyuyoruz. Fakat ortada çok hayati bir soru duruyor: 10 yıldır ülkeyi tek başına yöneten, bu süre içinde son derece köklü yapısal dönüşümlere imza atan AKP hükümeti bu “bürokratik oligarşi” ile neden gereğince mücadele etmedi veya edemedi?

Yine “Kürt sorunu”

Bu noktada işin içine yine “Kürt sorunu” giriyor. Çünkü bürokratik oligarşiyi zayıflatmanın yolu yerel yönetimlerin güç ve yetkilerinin artırılmasından geçiyor ama bu yolda atılması düşünülen adımlar ilk andan itibaren “ülke bölünür” endişesine kurban ediliyor. Açık konuşmakta sakınca yok: Güneydoğu’da belediyelerin önemli bir kısmı BDP (ve benzeri) partilerin elinde olduğu sürece merkezi iktidarın güç, imkan ve yetkilerinin bazılarını yerel yönetimlere devretmesini beklemek hayal olacaktır. Deprem sırasında hükümetle BDP’li belediyenin birlikte hareket etmemesi/edememesi işlerin hiç de kolay olmadığını kanıtladı.

“Güneydoğu sorunu”nu çözme fırsatı

Depremin hemen ardından bu acı olayın kardeşliğimizi pekiştirme imkanı sunduğunu söylemiştim. Çok şükür Türkiye bir-iki densiz ayrımcı/ırkçıya teslim olmadı ve Van halkıyla övünç verici bir dayanışma sergiledi.

Bu deprem Türkiye’de bir “Kürt sorunu” mu yoksa bir “Güneydoğu sorunu” mu yaşandığı tartışmalarını netleştirmede de bir fırsattı. Şöyle ki, sorunun Kürtlerin kimlik taleplerinden değil de sosyo-ekonomik şikayetlerden kaynaklandığını, yani “Kürt” değil “Güneydoğu” sorunu olduğunu savunanlar, devletin gerekli sosyo-ekonomik müdahaleleri yapması durumunda çözümün mümkün olduğunu iddia ediyorlar. Bu bağlamda sosyo-ekonomik sorunların çıplak gözle gözlendiği Van depremi, devletin Kürtlerle yakınlaşması için mükemmel bir fırsattı. Bu fırsatın değerlendirilip değerlendirilmediğini normal şartlarda Mart 2013’de yapılacak yerel seçimlerle anlayabiliriz.

Son genel seçimlerde BDP’nin Van’daki milletvekili sayısı 2 artmış, AKP’nin de bir azalmıştı. Mart 2009’daki yerel seçimlerde de AKP Van belediye başkanlığını DTP’ye (kapatıldıktan sonra BDP oldu) kaptırmıştı. Bakalım geleek yerel seçimlerde Van’da sandıktan kim çıkacak?

***


Van depreminde hayatlarını kaybeden meslektaşlarım Sebahattin Yılmaz ile Cem Emir’e Allah’tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.

DİĞER YENİ YAZILAR