Dün Silivri Cezaevi’nde dostum ve meslektaşım Ahmet Şık’ı ziyaret ettim. Her zamanki gibi coşkulu, heyecanlı ve duyarlıydı. Örneğin Cumhurbaşkanı Gül’ün, son veto kriziyle ilgili olarak BDP’nin eski eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ı akşam Köşk’e davet ettiğini benden öğrendi ve sevincini, “Bu ülkeye demokrasiyi de Kürtler getirecek” diye dile getirdi. Herhalde daha sonra, Diyarbakır Bismil’de patlak veren olaylar nedeniyle Demirtaş’ın bu davete icabet edemeyeceğini öğrendiğinde tıpkı o da benim gibi üzülmüştür.
Ahmet’le bir saate aşkın, karşılıklı bölmelelerde, telefonla sohbet ettik. Söz dönüp dolaşıp, kendisi ve Nedim hakkında üterilen dezenformasyonlara, yalanlara, karalamalara geldi. Kendisine birkaç kez şunu tekrarladım: “Türkiye ve dünya kamuoyunda sizlerin suçsuz yere içerde tutulduğunuz yolunda neredeyse bir görüş birliği mevcut. Sizler hakkında bu yalanları uyduranlar, düştükleri suçlu durumdan kurtulmak için boşuna çırpınıyorlar. Onları umursamayın. Yazdıklarını okumayın, söylediklerini dinlemeyin; sakın onlara cevap yetiştirmeye çalışmayın. Böylece kendi yalanları içinde debelenip dursunlar.”
Oyun bozuldu
Dün Silivri Cezaevi’nde, başına gelen adaletsizliklerin şokunu iyice atlatmış, olup bitenleri serinkanlılıkla değerlendiren ve ileriye bakan bir Ahmet gördüm, bu da beni çok sevindirdi. Nedim’in de tıpkı Ahmet gibi olduğunu duyuyor, biliyorum. Onların yıkılmamasında, hatta tam tersine daha bir dirençle ayakta kalmalarında, başta eşleri olmak üzer ailelerinin, dostlarının, meslektaşlarının ve tanımasalar bile demokrasi, temel hak ve özgürlükler adına onlara sahip çıkan herkesin payı var.
Hatırlayacak olursak, daha önceki örneklerde gözaltına alınan kişiler hakkında ilk günden muazzam bir dezenformasyon faaliyeti yürütülür, sonra onlar unutulmaya terk edilirdi. Fakat Ahmet ve Nedim daha gözaltına alınır alınmaz müthiş bir kamuoyu desteği ortaya çıktı ve bu destek sınırları da aşarak her geçen gün büyüdü. Öyle ki soruşturmanın polis ve adliyedeki kilit isimleri peş peşe “terfi yoluyla azil”e muhatap oldular.
İşte bu destek, Ahmet ve Nedim’in unutulmasını imkansız hale getirdi. Artık her Batılı diplomat ve gazeteci Türkiye söz konusu olduğunda Ahmet ile Nedim’i soruyor.
Silivri’de yaşam
12 Eylül döneminde askeri cezaevinde yatmış biri olarak Silivri Cezaevi’ni hiç kuşkusuz daha medeni ve insani buldum. Ahmetlerin kaldığı 2 nolu cezaevi yeni bitmiş. Her yeni bina gibi hem olumlu yönleri, hem eksikleri çok. Ahmet en çok yalıtım sorunu nedeniyle koğuşta yaşanan gürültüden yakındı. Bir de o kanıksamış ama benim yadırgadığım, suyun günün belli saatlerinde, sıcak suyun da haftada sadece iki kez verilmesi var. Bunun dışında görevliler hakkında iyi şeyler söyledi ki kısa süren ziyaretimde ben de rahatsız edici tutum ve davranışlarla karşılaşmadım.
Ahmet, kendilerinin tutuklanmasının Türkiye’de demokrasi için hayırlı olduğunu söylüyor ki haklı ama ona da dediğim gibi “demokrasimiz onlar tutuklanmadan da pekala ilerleyebilirdi”. Bu vesileyle arkadaşlarımızın bir an önce serbest bırakılması talebini bir kez daha tekrarlayalım. (İlk fırsatta Nedim’i de ziyaret edip izlenimlerimi yazmak istiyortum, tabii gönlüm Nedim’le dışarda buluşmaktan, onu NTV’de Yazı İşleri’ne konuk etmekten yana.)
Halil Berktay’a not
Ahmet’e “hakkınızda söylenenlere kulak asmayın” dedim ama Taraf Gazetesi’nde Cumartesi günü Halil Berktay’ın kaleme aldığı “Ergenekon yaşıyor hâlâ” yazısının Ahmet ve Nedim’le ilgili paragrafı hakkındaki görüşlerimin kayda geçmesinde yarar görüyorum. Öncelikle, bu yazı üzerine Berktay’ın eski “yoldaşı” Gün Zileli’nin yazdığı “Halil Berktay yaşıyor mu hâlâ” başlıklı yazıyı, meraklısına öneririm:
http://www.gunzileli.com/2011/04/16/halil-berktay-yasiyor-mu-hala/
Benim söyleyeceklerimse çok kısa: Bu yazıyı Halil’e hiç yakıştıramadım. Yaptığı hem yanlış, hem ayıp.
Bir de tabii şunu aklından çıkarmaması lazım: Her kuşun eti yenmez.
Unutturamadılar, unutturamayacaklar!
Haberin Devamı