Birinci büyük kırılma 18 Nisan 2009 günü yaşandı. O sabah polislerin kanser hastası Prof. Türkan Saylan’ın evine girmesiyle birlikte, önce Ergenekon soruşturmasında, buna bağlı olarak Türkiye’de çok şey değişti. Esas değişen iç ve dış kamuoyunun algısıydı kuşkusuz. Prof. Saylan’a reva görülen muamele, bir “terör örgütü” soruşturmasından ziyade bir “hesaplaşma”nın, daha açık deyimiyle “hesap görme”nin söz konusu olduğunu ciddi bir şekilde düşündürttü.
İkinci büyük kırılma 3 Mart 2011 günü yaşandı. Polisin o sabah gözaltına aldığı isimler arasında iki gazeteci, Nedim Şener ve Ahmet Şık kısa sürede birer sembol haline geldiler. Onların “terör örgütü üyesi” olma suçlaması (ki iddianamede bu “yardımcı olma”ya çevrildi) çok az kişiyi ikna etti. Genel kanı bu iki gazetecinin, yazdıkları ve yazmakta oldukları ktaplar nedeniyle cezalandırılmak istendikleri şeklindeydi.
Nitekim daha ilk günden Cumhurbaşkanı Gül vicdanen rahatsız olduğunu dile getirdi. Ardından olayın merkezindeki bir polis şefi ve bir özel yetkili savcı “terfi yoluyla azil” edildi. Ulusal ve uluslararası kamuoyunun Şık ve Şener’e samimi ve coşkulu bir şekilde sahip çıkmasına bağlı olarak hükümet yetkililerine dünyanın dört bir tarafında hep bu iki gazeteci soruldu. Türkiye’nin demokrasi, özgürlükler ve insan hakları notlarının kırılmasında Ahmet ve Nedim olayı birinci derecede etkili oldu.
Üçüncü büyük kırılmaysa 29 ve 30 Ekim 2011 günlerinde yaşandı. Önce BDP Parti Meclisi üyesi Prof. Büşra Ersanlı, ardından yayıncı Ragıp Zarakolu, KCK operasyonu kapsamında gözaltına alındı, önceki gün de tutuklandılar. Ersanlı ve Zarakolu Kürt olmamalarına rağmen Kürt sorununa son derece duyarlı, Kürt siyasi hareketiyle sıcak ilişkileri olan ve bu sorunun barışçıl yöntemlerle çözülmesi için uğraş veren iki solcu aydın olarak iç ve dış kamuoyu tarafından tanınan ve saygı gören iki isimdir. Dolayısıyla onların “terör örgütü üyesi olmak” gibi hiç de inandırıcı olmayan bir suçlamayla tutuklanmaları ciddi tepkilere yol açtı ve bu tepkilerin çığ gibi büyüyeceğini kestirmek hiç de zor olmayacaktır.
İhtimaller
Peki bundan sonra ne olacak, ne olabilir? İlk akla gelen, olumlu ihtimal, tepkiler üzerine bu işin sorumlularının geri adım atması, Zarakolu ve Ersanlı hemen tahliye olmasa bile benzer hoyrat uygulamalardan bir süre geri durulmasıdır. Nitekim Ahmet ve Nedim olayının ardından böyle olmuş, yine Ergenekon kapsamında soruşturulan bazı ilahiyatçılar ve gazetecilere son derece medeni bir şekilde davranılmış, hiçbiri gözaltına alınmamıştı.
Şahsen bu sefer durumun farklı olacağını, bu gözaltı ve tutuklama furyasının şiddetlenerek süreceğini düşünüyorum. Bunun birinci nedeni, hükümetin Kürt sorununda “açılım” çizgisinden sapıp sertliğe yönelmesinin MHP tarafından açıkça, CHP tarafındansa mahçup bir şekilde destekleniyor olmasıdır. CHP Grubu’nda Zarakolu-Ersanlı olayı üzerine yapılan tartışmalar, bu partinin özgürlükçü sol bir çizgiye gelmesini hâlâ umut edenler için tam bir hayal kırıklığıdır.
İkinci neden, hükümetin bir zamanlar mesafeli davranmaya çalıştığı KCK operasyonuna sonsuz destek vermesi veya öyle görünmesidir. Zarakolu-Ersanlı gibi isimlerin bu olaya karıştırılmış olmasının hükümet içinde de bazı rahatsızlıklara yol açtığını tahmin etmek zor değil ama girilen bu yoldan en azından bir süre dönmeyecekleri anlaşılıyor.
Zarakolu-Ersanlı olayının, hükümetin, yakın bir zamana kadar kendisine destek veren bazı liberal-sol aydınlar ve çevrelerle ilişkisinde açık bir kırılmaya yol açtığı ortadadır. Bu kırılmanın kısa vadede hükümeti strateji değişikliğine sevk edeceğini sanmam. Hatta “bu kadarı fazla” diye seslerini yükseltenlere karşı medyanın bir bölümünde şimdiden başlatılmış olan karalama kampanyalarına “yeşil”, en azından “sarı” ışık bile yakabilirler.
Son olarak, Kürt sorunu ekseninde yaşanan sertleşmenin her geçen gün daha da artması ve PKK eylemlerinin faturasını sivil siyaset yapan, yapmaya çalışan kişilere kesme tavrının, tüm eleştirilere rağmen sürmesi hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
Üçüncü büyük kırılma
Haberin Devamı