Cumartesi günü Basın Enstitüsü Derneği ile Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Diyarbakır’da “Medya, Empati, Barış” başlıklı bir çalıştay düzenledi. İstanbul ve Ankara’dan, önde gelen medya kuruluşlarından gazeteciler ve onların Güneydoğu’da görev yapan meslektaşlarına ek olarak akademisyenler, bölgeden iş adamları, siyasetçiler ve hatta bürokratların da katıldığı çalıştay, hiç tartışmasız bir şekilde, son derece başarılı geçti.
Normal şartlarda çalıştaya katılanlar öğle yemeklerini yerken Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök’ü dinleyeceklerdi. Fakat Özkök son anda gelmekten vazgeçti ve bunun nedenlerini, katılsaydı neler söyleyeceğini Cumartesi günü köşesinde anlattı. Onun gelmeyeceği anlaşılınca düzenleyiciler, benden söz konusu konuşmayı yapmamı rica ettiler.
İşte o konuşmada, Kürt sorunu söz konusu olduğunda ülkemizde iki farklı kamuoyunun oluştuğunu ve bunların arasındaki makasın giderek açıldığını anlattım ve Habur örneğini verdim: Bölge insanı için bir “kavuşma” yaşanıyordu, bu nedenle gelenleri şenlikle karşıladılar. Ama ülkenin Batısında aynı görüntüler bir meydan okuma, zafer kutlaması vb. olarak algılandı ve öfkeye yol açtı. Ve bu öfke sonucunda hükümet Kürt açılımını durdurmak zorunda kaldı.
Hayati bir formül
Böylesi bir durumda medyaya bu iki farklı kamuoyu arasında bir köprü işlevi görmek ve yaşanan çatışmayı yumuşatıp bir “savaş”a dönüşmesinin engellenmesine katkıda bulunmak gibi zorlu bir görev düşüyor. Peki bu nasıl mümkün olabilir? Bu noktada, birçok konuda olduğu gibi Kürt sorununda da tam bir “akil adam” profili çizen dostum Osman Bostan’dan bir formülü ödünç aldım: “Türklerin kaygıları ile Kürtlerin haysiyeti arasında bir denge kurmak” zorunluluğu.
Kürt sorunuyla ilgili aklınıza gelen her gelişmenin medya tarafından nasıl işlendiğini, bu “kaygılar/haysiyet” ikileminde tahlil ettiğimizde, “Türklerin kaygıları”nın tartışmasız bir biçimde ön planda tutulduğunu, bu uğurda Kürtlerin haysiyetlerinin kolaylıkla göz ardı edilebildiğini görürüz. Kimileri bu durumu esas olarak, hatta kimi durumda sadece devlet üzerinden açıklamaya çalışıyor. Kuşkusuz devletin rolü önemlidir fakat gerek ülkemizdeki medya sahipleri, gerekse de medya çalışanları arasında Kürt kökenlilerin sayısının hayli az olduğunun altını da muhakkak çizmeliyiz. Buna ek olarak, siyasi yelpazede kendilerine uygun gördükleri yer ne olursa olsun, medya çalışanları, yazar, yorumcu ve yöneticilerinin çoğunun “Türklerin kaygıları”nı öne çıkardıkları da açıktır.
Dolayısıyla konuşmamda, medyanın bugünkü yapısıyla Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunmasının çok zor olduğunu vurguladım ve “şu an yapabileceğimiz, ancak medyanın bu sorunu daha da derinleştirmemesini sağlamaya çalışmak olabilir” dedim.
Güzel olaylar
Bereket Diyarbakır’da tanık olduğum birçok güzel olay Kürt sorunu konusunda çok fazla kötümser olmamak gerektiğini gösterdi. Örneğin Leyla Zana, kısa bir ara dışında çalıştayı sonuna kadar izledi. Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu ise son bölümüne katıldı. Arada Zana ile samimi bir şekilde sohbet etti. Çalıştayın sonunda Diyarbakırlı gençlerden oluşan bir yaylı çalgılar topluluğu kısa bir klasik müzik dinletisi sundu.
Vali Mutlu biz gazetecileri akşam yemeğinde de yalnız bırakmadı. Masasında Leyla Zana’ya ek olarak Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir de bulunuyordu.
Kürt sorununun bir türlü çözülememesinde mülki amirlerin, halkın seçtiği temsilcileri muhatap almamaları, hatta onları alenen dışlamalarının katkısı büyük olmuştur. Bu tutumda ısrar eden çok sayıda yönetici yine haberlerde karşımıza çıkıyor. Ne mutlu ki Mutlu gibi olumlu örnekler giderek daha fazla öne çıkıyor ve bizleri çözüm konusunda umutlandırıyor.
Leyla Zana, çalıştayın son bölümüne katılan Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu ile sohbet etti. Sohbete Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Faruk Balıkçı da katıldı.
Türklerin kaygıları, Kürtlerin haysiyeti
Haberin Devamı