Başbakan Erdoğan, dün Radikal Gazetesi’nin manşetinde yer alan Siirt Pervari’deki çocukların karıştığı tecavüz ve cinayet haberi hakkında çok sert konuştu. Erdoğan bir yıl önce olmuş bir olayın bugün yeniden gündeme getirilmesine o çok sevdiği “çirkin” sıfatını yakıştırdı. Bir yanıyla Başbakan haklı görünüyor. Gazetenin birinci sayfasını okuduğunuzda olayın tam bir yıl önce yaşandığına dair hiçbir bilgi yer almıyor. Ancak iç sayfada haberin üçüncü paragrafında bu olayın 15 Nisan 2009 günü bir babanın ihbarıyla ortaya çıkarıldığı yazılmış. Bir de yine iç sayfada, tepedeki Pervari fotoğrafının altında aynı bilgi yer alıyor.
Ancak Başbakan’ın şu sözlerinin isabetli olduğu asla söylenemez: “Bu olayların içerisinde karışan taraflarla ilgili de bütün adımlar atılmış, ki Milli Eğitim Bakanım bu açıklamayı yaptı. Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanım yaptı, Siirt Valiliği açıklamayı yaptı. Yani 1 yıl önce olmuş bir olay hakkında her türlü yasal yollar, bunun yanında ilgili bakanlıkların atması gereken adımlar, valiliğin atması gereken adımlar, hepsi atılmış ve bugün bu tekrar gündeme getiriliyor.”
İsabetli değil çünkü gazete bu haberi bir “adli skandal” olarak değil bir “ciddi bir toplumsal yara” olarak ele almış ve biz okuyucular da olaya bu yönüyle baktık, bakıyoruz. Yani Erdoğan’ın sıraladığı atılan adımların, yapılan açıklamaların, yürüyen adli süreçlerin hiçbiri bu yaraya merhem olmuyor, olamıyor. Yine Başbakan, bu tür yayınların, olaylarda adı geçenlerde ve hatta ilde (Siirt’te) psikolojik yıkımlara neden olacağını belirterek basını “sorumlu” davranmaya çağırmış.
Medyanın tavrı
Zaten bu tür olayların medyada ne kadar ve nasıl yer alması gerektiği öteden beri tartışılır ve net bir sonuca varılamamıştır. Yine de Erdoğan’ın birçok açıdan haklı olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin bu tür haberleri, toplumsal sorunları açığa çıkarıp onlara çözüm bulma arayışını geri plana itip sadece sansasyon için ele almak, en ince ayrıntısına kadar didiklemek asla kabul edilemez. Kabul edilemeyecek bir diğer nokta da, yaşanan herhangi bir olayı, “suçun şahsiliği” ilkesine aykırı bir şekilde, sözümona sosyolojik ve psikolojik (kimi zaman da ekonomik) analizlerle genelleştirmeye, bir gruba, çevreye, yaşam tarzına ve hatta bir yerleşim birimine mal etmeye çalışmaktır. Örneğin Bilge Köyü’nde yaşanan vahşi katliam birileri tarafından, daha ortada çok fazla detay yokken bölge halkının, daha açık söylemek gerekirse Kürtlerin bazı özellikleri (daha doğrusu eksiklikleri) ile açıklanmaya çalışıldı.
Çocuklardaki gizli vahşet
Kuşkusuz ne kadar vahşi ya da rezilce olursa olsun tekil bir olaydan hareketle hiçbir grup veya katmana ayrımcı bir şekilde yaklaşılamaz. Örneğin eğer Pervari’de yaşananlar doğruysa, bu bizlere, çocukların da pekala içlerinde vahşi duygular taşıyabileceklerini, büyükler tarafından gerekli önlemler alınmazsa ve bazı koşullar da elveriyorsa bu duygularını dışa yansıtıp en dehşetli suçlara yönelebileceklerini gösteriyor. (Bu noktada insanın aklına dünya edebiyatından, William Golding’in “Sineklerin Tanrısı”, Yukio Mishima’nın “Denizi Yitiren Denizci”, Ian McEvan’ın “Beton Bahçe” gibi romanları geliyor.) Fakat ne bu romanlar, ne de Pervari’deki gibi “gerçek” olaylardan hareketle asla “bütün çocuklar vahşete yatkındır” sonucu çıkaramayız.
Öte yandan “sorumlu” davranma adına medyadan bu tür olayları hiç görmemesini veya şehir, okul ismi gibi mekanları sansürlemesini beklemek de doğru olmayacaktır. Siirt’e ve Siirtlilere düşen, olayların üstüne örtmek yerine bunlarla yüzleşmek, üstüne üstüne gitmek olmalıdır. Nitekim çok sayıda sivil toplum kuruluşu ve aktivist böylesi zorlu bir göreve talip oldular ve pek de iyi yapıyorlar. Hükümetin, bu skandalları adli birer vakaya indirgemek yerine ülke çapında çok yoğun bir tartışma ve bilinçlenme kampanyasına önayak olması gerekiyor. Çünkü son olaylardan önce de ülkenin dört bir yanından, toplumun farklı kesimlerinden nice dehşet öykülerine tanık olduk ve bu gidişle daha da olacağa benzeriz.
AKP’lilerden ve tabii ki Başbakan’dan, “eğer biz muhalefette olsaydık bu tür olaylar karşısında ne söyler, ne yapardık?” diye kendilerine sorup ona göre davranmalarını bekliyorum.
Türkiye’ye neler oluyor?
Haberin Devamı