Aslında başlıktaki soruyu sormak bile ayıp olmalı. Ama önce Tunus, ardından Mısır’da yaşananlar üzerine öyle akıl almaz yorumlar yapılıyor ki Ortadoğu’nun ve dolayısıyla tüm dünyanın yeniden şekillenmesine kapı aralayabilecek olan altüst oluşlar hakkında sahici ve derin analizler yapmaya çalışmak yerine iç politikanın kısır çekişmelerine boyun eğmek, sığ sularda nafile bir şekilde kulaç atmak zorunda kalıyoruz.
Soruya dönelim: Tabii ki benzemez. Hem de hiç benzemez. Hatta birbirlerine zıt iki ülkeden bile söz edilebilir. En basitinden iki ülkenin son 30 yılını katşılaştırdığımızda, Türkiye’nin bütün sancılarına, askeri darbelere, temel hak ve özgürlükler ihlallerine rağmen Mısır’ın fersah fersah ilerisinde olduğunu görürüz. Basitleştirip şunu bile söyleyebiliriz: Mısır’da sokağa dökülen yüzbinlerce insana sorulsa herhalde ezici bir çoğunluğu Türkiye gibi olma ihtimaline dudak bükmeyecektir.
Hal böyle olunca Türkiye’de, bir Tunus, bir Mısır gibi sokak hareketleri için kampanya yürütmek ne anlama geliyor? Aslına bakılacak olursa “sokak” ve “meydanlar” bizim gibi demokrasiyle yönetilme iddiasındaki ülkelerde hiç de korkulacak şeyler değillerdir. Parti siyasetinin sıkıştığı, çözümden çok sorun ürettiği anlarda sokağa dökülen kitlelerin ülkeyi yönetenleri uyarması, onlara ayar vermesi demokrasinin olmazsa olmazlarındandır. Ama Türkiye’de “sokak” siyasi iktidarları hep korkutmuştur. Bunun son örneklerini de AKP hükümeti ve Başbakan Erdoğan sergilemektedir. Değişik toplum kesimlerinin her türlü hak arayışının ardında “provokasyon” arama ısrarı AKP ve Erdoğan’ın demokrasiye bağlılıkları konusunda haklı şüphelere neden olmaktadır.
Öte yandan bugün Türkiye’den bir Tunus ya da Mısır çıkarmak isteyenlerin hatırı sayılır bir bölümünün de demokrasiye bağlılıklarından ciddi bir şekilde kuşkuluyum. Bazılarının yazıp söylediklerine baktığımda onların, Türkiye’nin Zeynel Abidin bin Alisini ya da Hüsnü Mübarek’ini devirip ülkeye demokrasi getirmeyi değil de seçimle işbaşına gelmiş hükümeti sokakta, hiç kuşkusuz askerin desteğiyle devirip, ülkenin başına, muhtemelen yine ordunun içinden çıkartacakları bir Bin Ali ya da Mübarek’i getirmeyi hedeflediklerini görüyorum.
Yanlış anlamalara sebep olmamak için CHP’li üyelerin TBMM Adalet Komisyonu’ndan çekilip halkı “direniş”e çağırmalarıyla yukarda sözünü ettiğim arayışlar arasında epey bir fark bulunduğuna inanıyorum. Zira demokrasilerde “sivil itaatsizlik” yöntemleri son derece meşrudur, fakat 27 Mayıs 1967’dekine benzer darbelere günümüzde zemin hazırlamaya çalışmanın demokrasiyle en ufak bir ilgisi bulunmuyor. AKP hükümetinden memnun olmayanların yapması gereken, bu tür nafile girişimlerle vakit kaybetmek yerine Haziran ayındaki genel seçimler için kolları sıvamak ve iktidarı sandıkta değiştirmek için ellerinden geleni yapmak olmalıdır.
Hama’yı unutmayalım
İslamcı hareketler üzerine ilk çalışmaya başladığımda kaçınılmaz olarak Mısır merkezli Müslüman Kardeşler (İhvan) ile karşılaştım. İhvan hakkında ilk olarak GÈrard Michaud’nun Suriye İhvan’ı hakkında kaleme aldığı uzun bir makale okumuş ve çok etkilenmiştim. Gerçek adı Michel Seurat olan ve 1985 yılında Lübnan’da rehin alındıktan sonra hayatını kaybeden Fransız araştırmacı 1981 Şubat ayında Suriye’nin Hama kentinde yaşanan insanlık trajedisini çok çarpıcı bir şekilde tasvir etmişti. Dünya kamuoyunun nedense pek haberdar olmadığı Hama katliamı bundan tam 29 yıl önce, 2 Şubat 1981’de başladı. Edönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın kardeşi Rıfat Esad’a bağlı askerler, İhvan’ın kalesi sayılan bu kenti kuşattı ve belli bir yaş grubundaki bütün erkekeri tutukladı; kent bobmalar ve buldozerlerle yerle bir edildi. Onbinlerce kişinin katledildiği ve yaklaşık 20 bin kişinin durumunun hâlâ belirsiz olduğu söylenir. Eğer Mısır’da Mübarek düşerse, iktidara gelir gelmez söz verdiği reformları bir türlü hayata geçiremeyen, Hafız’ın oğlu, Rıfat’ın yeğeni Başar Esad’ın da bu rüzgara kapılması hiç şaşırtıcı olmayacaktır.
Hiç de fena bir fikir değil.
Türkiye Mısır’a benzer mi?
Haberin Devamı