Temel çelişki, baş çelişki, tali çelişki...

Haberin Devamı

Başlıktaki tanımlar birçok okura yabancı gelebilir, fakat 1960 sonları, özellikle de 1970 ortalarında sosyalist sola bir şekilde bulaşmış olanların ilk karşısına çıkan kavramlar bunlardı. 1970 sonlarına doğru çok çarpıcı bir ivme ve kitleselleşme yakalamış olan sosyalist solun en büyük açmazlarından biri, kendi içinde sayısız fraksiyona ayrılmış olmasıydı ve kopuşların, örgüt içi ve örgütler arası çatışmaların tam merkezinde, genellikle “çelişki” tartışmaları yer alırdı. Her grup, kendi saptadığı “temel” ve “baş” çelişkilere odaklanır, mücadele edilmesi gereken diğer sorunları “tali” diye niteleyip ikincil plana atar; bunlardan herhangi birini kendisine “temel” veya “baş” çelişki belirlemiş grupları kendine hasım bellerdi. Bu tek yanlı bakışın sonuçlarının ne olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Ancak günümüzdeki demokrasi eksenli tartışmalarda bu türden yaklaşımların hâlâ revaçta olduğunu görmek insanı ister istemez ürkütüyor. Şöyle ki AKP iktidarının demokrasiyle ilişkisi masaya yatırıldığı zaman, bazı aydınlar (ki büyük çoğunluğunun geçmişinde bir şekilde sosyalist sol var) ısrarla askeri vesayetin kaldırılmasına yönelik adımlara odaklanmamızı; hayatın diğer alanlarındaki hak ve özgürlükler ihlallerini, hükümetin diğer anti-demokratik söylem ve davranışlarını ön plana çıkarmamazı; AKP’lilerin sivilleşmeyi kendi iktidarlarını sağlama almak için daha fazla önem veriyor olmalarına kafamızı takmamamızı istiyor, hatta daha ileri gidip dayatıyorlar.

“Ama resmin tamamına bakmamız gerekmez mi?” diye sorduğunuzda, “Tabii bakalım. Zaten biz de bakıyoruz. Biz de AKP’yi eleştiriyoruz. Fakat bu eleştirilerin hiçbiri, hiçbir şekilde büyük resmin ana rengini veren unsurlar değildir” diyorlar. Onlara göre “ana renk” sivilleşmedir. Hal böyle olunca herkes tarafını seçmek zorundadır. Aksi takdirde... Aksi takdirde “bertaraf” olurmuşuz. Ne yapalım, bertaraf olacaksak olalım. Fakat tek bir ana konuya odaklanma, diğer sorunları geri plana itme yaklaşımının nelere mal olduğunu çok iyi bilen biri olarak, bu hatayı bir kez daha yapmama konusunda kararlıyım. Eğer bu ülkenin daha fazla demokratikleşmesini istiyorsak, hak ve özgürlüklerin,demokrasinin hayatın her alanına sirayet etmesi için çaba göstermemiz gerekir. Ben bir gazeteciyim. Ülkemde ve dünyada olup bitenleri anlamaya ve anlayabildiğim ölçüde de anlatmaya çalışıyorum. Siyasetle ilgiliyim ama siyasetçi değilim. Dolayısıyla herhangi bir iktidar hesabım yok. Ükenin sorunları arasında ayrım yapmak, kimilerini ön plana çıkartıp kimilerini geri plana atmak, hele hele halı altına süpürmek biz gazetecilerin işi değil, olmamalı.

Polis ne olacak?

12 Eylül cuntasından bizzat mağdur olmuş, askeri cezaevlerinde işkence görmüş biri olarak askeri vesayetin kalkmasını tabii ki çok arzuluyorum ve bunun demokratikleşmenin “olmazsa olmaz” koşulu olduğuna inanıyorum. Ama aynı 12 Eylül’de polisin işkence tezgahlarından da geçmiş birisiyim ve devletin baskı aygıtlarının askerden ibaret olmadığını çok iyi biliyorum. Bu nedenle “sivilleşme” derken sadece askerin hizaya getirilmesinin anlaşılması, hele sırtını polise vererek ülkenin demokratikleştirileceğinin düşünülmesi bana son derece abes geliyor.

Örneğin, Hrant Dink olayındaki “asker parmağı”nın üzerine sonuna kadar giden bazı meslektaşlarımızın, yine bu olayda adları geçen bazı emniyetçileri, Ergenekon soruşturmasına halel gelebileceği kaygısıyla kayırmış olduklarını, onlara bir nevi dokunulmazlık sunmuş olduklarını biliyoruz. Bazıları askerin iktidarının kısıtlanmasını engellemek için polis kartını masaya sürüyor olabilir. Ben onlardan değilim ve biliyorum ki benim gibi düşünen, masaya aynı anda mümkün olduğunca çok kartın konulmasını arzulayanların sayısı hayli fazla.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak, asker veya polisten; diğer bir deyişle devletin baskı aygıtlarından herhangi birini seçmek zorunda değiliz, olmamalıyız. Daha önemlisi Türkiye güvenlik birimlerinin birbirine son derece güvensiz olduğu ve bunun faturasının da vatandaşa kesildiği bir ülke olmaktan bir an önce çıkmalıdır.

DİĞER YENİ YAZILAR