El Kaide’nin 11 Eylül 2001 günü gerçekleştirdiği terör saldırısının şokunun etkisiyle ABD’de şuna benzer sorular sorulur olmuştu: “Uydu aracılığıyla, dünyanın herhangi bir köşesinde araba kullanan herhangi birinin kolundaki saati bile okuyabilen bizler nasıl oldu da bu saldırıyı önceden öğrenemedik, engelleyemedik?”
Bu sorunun cevabı çok basitti ve El Kaide ve ona benzer yapılanmaları, önyargısız, olabildiğince objektif araştırmaya çalışan kimseler tarafından verildi: “Uydular koldaki saati okur ama kalpleri okuyamaz.” Ve hemen ardından İslam dünyasında ABD’ye karşı giderek artan öfkeyi, bunun eğitimli orta sınıf gençleri de kapsadığını ayrıntılarıyla anlattılar ve buradan hareketle El Kaide ve benzer yapılanmalara karşı dünya Müslümanlarının “kalplerini ve zihinlerini kazanma”nın ön şart olduğunun altını çizdiler.
Dönemin ABD Başkanı George W. Bush ve kurmayları, bu “kalpleri ve zihinleri kazanma” önerisini benimsemiş gibi yaptılar ancak önce Afganistan, ardından Irak’ta yapıp ettikleriyle daha fazla kalp kırıp zihinlere daha fazla düşmanlık tohumları ektiler.
KCK operasyonları
Buradan Türkiye’ye, Kürt sorununa ve yine gündeme gelen KCK operasyonlarına geçebiliriz. Bazı gazeteler BDP İstanbul İl Başkanlığı’na yerleştirilmiş “böcek” sayesinde elde edilmiş birtakım kayıtları yayınlayarak bu operasyonun yerinde olduğunu kanıtlasmaya çalışıyor. Halen yürümekte olan KCK davalarının iddianamelerinin de esas olarak telefon ve ortam dinlemelerine dayandırıldığı bilindiğinde bunda şaşacak bir şey yok. Diyarbakır’daki o meşhur plastik kelepçeli fotoğrafın ardından kaleme aldığım, 28 Aralık 2009 tarihli yazının başlığında “Kürt sorunu dinlemelerle çözülmez” demiştim. O günden bugüne daha çok kişi dinlendi, teknik takibe alındı; yüzler, hatta binlerce kişi daha gözaltına alındı, çoğu tutuklandı. Ama hiçbir şey çözülmedi, çözüleceğe de benzemiyor. Örneğin o tarihten bu yana Kürt siyasi hareketi kentlerde “sivil itaatsizlik” adı altında çok başarılı bir kampanya yürüttü; DTP son genel seçimlerden zaferle çıktı...
Ortada çok büyük bir yanılsama var: Ergenekon, Balyoz vb. soruşturmalarında elde edilen başarılardan gözleri kamaşan bazı kişiler aynı yöntemlerin Kürt siyasi hareketine karşı uygulanması durumunda başarının kesin olduğunu düşünüyorlar. Fakat birbirinden tamamen farklı iki oluşum söz konusu olduğu için arzulanan başarıya ulaşmak mümkün olmuyor; başarı gelmeyince de operasyonların (yani baskının) dozu artırılıyor. Ne var ki yine olmuyor.
İşte bu nedenle bugünkü yazımın başlığında “Telefonlarını değil, biraz da Kürtlerin kalbini dinleyin” diyorum. Bu başlık aslında hükümete, demokratik açılımı kaldığı yerden devam ettirme çağrısıdır. Aksi takdirde Kürtlerin kalplerini ve zihinlerini kazanma şansı iyice azalacak ve Türkiye’de barış içinde bir arada yaşamak iyice zorlaşacaktır.
Jobs’a minnet
Hayatımda ilk bilgisayarım bir Mac’ti. Uzun bir süre Mac’te ısrar ettim ama daha pahalı olması ve bu yüzden daha az yaygın olması nedeniyle Windows’a geçtim. Ama Apple’ın yaptığı büyük atılımla birlikte Mac’le yıllar sonra yeniden kavuştuk. Beş yıldır yine Mac’ciyim çok şükür. Tabii bu arada Ipod, Iphone, Ipad gibi “oyuncaklar”ı da unutmamak lazım.
İşte bu nedenle Steve Jobs’un o beklenen ölümü beni sandığımın ötesinde sarstı. Şahsen kendisine minnettarım. Bu vesileyle 1980’li yıllarda Prof. Süleyman Ateş’in başlatmış olduğu bir tartışmayı hatırladım. Prof. Ateş hazırladığı bir Kuran tefsirinden hareketle “Cennet Müslümanların tekelinde değildir” demiş ve epey tepki toplamıştı.
Herhalde esas olarak Jobs gibi insanlığa büyük hizmetler sunmuş insanları kastetmişti.
Mekanı cennet olsun!
Telefonlarını değil, biraz da Kürtlerin kalbini dinleyin
Haberin Devamı