Türkiye yakın bir geçmişe kadar yoğun bir şekilde Kürt sorununu ve bunu kalıcı bir şekilde çözmeyi hedefleme iddiasındaki “demokratik açılım”ı tartışıyordu. Ne var ki ikitdar partisi kısa bir süre önce gündemi değiştirdi ve karşımıza bir Anayasa değişikliği paketi çıkardı. Bunda yadırganacak bir durum yok çünkü 12 Eylül askeri rejiminin armağanı olan bu Anayasa tepeden tırnağa değiştirilmeyi, hatta tamamen iptal edilmeyi hak ediyor. Ne var ki paketin içinde Kürt sorununun çözümüyle doğrudan, hatta dolaylı bir şekilde alakalı hiçbir madde bulunmuyor.
Geçtiğimiz Ağustos ayından beri açılımı ısrarla gündemde tutan, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AKP’liler, bu anormal durumu izah etmeye hiçbir şekilde kalkışmadılar. Aslında neden böyle bir tutum izlediklerini anlamak hiç de zor değil: İktidar partisi başından itibaren bu paketi referanduma götürmek istiyor. Eğer içine Kürt sorunuyla ilgili bazı düzenlemeler koyarlarsa, kendi gruplarından, BDP’den gelecek destekten daha fazla sayıda fire vermekten ve bu yüzden referandum için gerekli 330 oyun altına düşmekten ürküyorlar. Ama Kürt sorununu da kapsayan bir paketin referandumda Kürt olmayan seçmenlerin tepki oylarıyla geçmeme riskinin kendilerini daha fazla endişelendirdiğini söyleyebiliriz.
Ne yapmalı?
Zaten açılıma başından beri ve katı bir biçimde karşı olanlar için ortada endişelenecek bir durum yok. Ama işin tuhafı onların ezici bir çoğunluğu AKP’nin bu paketine de başından beri ve katı bir biçimde karşı çıkıyorlar. Bu tutumlarını basitçe “AKP düşmanlığı” ile açıklamaya kalkmak yanıltıcı olur. Onlar Türkiye’nin kangren olmuş sorunlarına cesaretle el atılmasını, ülkenin her geçen gün daha da demokratikleşmesini -şu ya da bu gerekçeyle-arzulamıyorlar.
Öte yandan açılıma destek vermiş kişilerin durumu-ki bilindiği gibi ben de bunlara dahilim-hiç de kolay değil. Her zaman olduğu gibi bu sefer de önümüze iki seçenek sunuluyor: Ya pakete sırtınızı dönecek, hatta aleyhte propagandasını yapacaksınız ya da bağrınıza taş basıp pakete kayıtsız şartsız destek vereceksiniz.
Benimle benzer durumda olduğunu düşündüğüm bazı kişilerin gönüllü ya da gönülsüz bir şekilde bu zıt seçeneklerden herhangi birine yöneldiğini görüyorum. İçlerinden bazılarının kibirli bir şekilde, kendileriyle aynı tercihi yapmayanları sert ve alaycı bir şekilde eleştirmelerini, hatta mahkum etmelerini şimdilik bir kenara kaydedelim. Sonuçta herkes kendi tercihinde özgürdür. Tabii hiçbir şıkkı tercih etmemekte de! Bir kez daha “bertaraf” olmayı göze alıp bu Anayasa paketi tartışmasında da “tarafsız” kalmanın en doğru yol olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda kimi meslektaşlarımın bugünden oylarının rengini açıklamalarını yadırgıyorum. Şunu da itiraf edeyim ki, açıklamaya karar versem bile nasıl oy vereceğimi sahiden bilmiyorum. Nasılsa, eğer yapılacaksa referanduma daha çok var ve o an geldiğinde oy kullanıp kullanmayacağıma, kullanırsam mührü nereye basacağıma karar vermeme yardımcı olacak birçok gelişme yaşanacaktır.
Hep aynı riskler
Sadece paketle ilgili tartışmaları kastetmiyorum. Eğer referandum, öngörüldüğü gibi yaz ortalarında yapılacaksa, o ana kadar Kürt sorununda çok ciddi gelişmelere tanık olabiliriz ve elimizdeki veriler, bu gelişmelerin sorunun çözümüne katkıda bulunmak yerine onun daha da derinleşmesine yol açabileceğine işaret ediyor. Örneğin, eğer BDP’lilerin iddia ettiği gibi TSK Güneydoğu’da geniş kapsamlı bir askeri operasyon düzenleyecekse ve BDP’lilerle bölge halkının bir kısmı bunu engellemek için “canlı kalkan” olmaya soyunacaklarsa Türkiye’yi yeni kara günler bekliyor demektir. PKK’nın askeri operasyonları beklemeden veya onlara misilleme olarak saldırılarını yeniden yoğunlaştırma, özellikle de terör atmosferini ülkenin batısına ve büyük kentlere taşıma ihtimaliyse bir diğer hayati risk olarak önümüzde duruyor.
Taraf tutmak yine çok zor
Haberin Devamı