Medyada Hanefi Avcı’nın kitabı hakkında, beklenenin altında yazı çıkıyor ve bunların çoğu kitabı ve yazarını eleştiriyor. Eleştirilerin odağında Avcı’nın Ergenekon soruşturmasıyla ilgili sorduğu sorular ve dile getirdiği kuşkular yer alıyor. Bazıları, Danıştay saldırısı, Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner ve diğerleri hakkındaki soruşturma üzerine söylediklerinden hareketle Avcı’yı neredeyse “Ergenekoncu” ilan edecek noktaya gelmiş durumdalar. Öte yandan, başta Doğu Perinçek olmak üzere bazı Ergenekon sanıklarının, tabii bu arada Ergenekon soruşturmasını bir “komplo” olarak görenlerin hatırı sayılır bir bölümünün Avcı’ya ve kitabına sahip çıkması da işeri daha da karıştırıyor. Karıştırıyor çünkü Avcı, Susurluk döneminde epey bir riski göze alıp JİTEM’i, Veli Küçük’ü ve devlet içindeki “derin” yapıları alenen deşifre etmiş bir polis şefiydi. Hatta MİT’e ait bazı telefon numaralarını açıkladı diye kısa süre hapis yatmışlığı bile vardı. Avcı 28 Şubat sürecinde de bugün Ergenekon kapsamında adı geçen kişi ve odakların tam karşısında yer almıştı. Örneğin denizci er Kadir Sarumsak sayesinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde “Batı Çalışma Grubu” adlı bir birim oluşturulduğunu ve askerlerin bir tür darbe hazırlıkları içinde olduğunu ortaya çıkaran isim de Avcı’nın ta kendisiydi.
Avcı’nın kitabında en çok, hiç kuşkusuz, başta Emniyet olmak üzere devletin birçok biriminde Fethullah Gülen cemaatinin kritik bir şekilde örgütlenmiş olduğu iddiası dikkat çekiyor. Halbuki bir zamanlar, dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve Ankara İstihbarat Şube Müdürü Osman Ak Emniyet içinde “cemaatçi avı”na çıktıklarında karşılarına Hanefi Avcı ve bir grup arkadaşı çıkmıştı. Hatta bu yüzden Avcı uzun bir süre “Fethullahçı” olarak bilindi.
Avcı kitabında muhafazakâr bir kişi olduğunu, öğrenciliği döneminde Gülen cemaatine bağlı bir “ışık evi”nde bir süre kaldığını, Gülen’in özellikle eğitim faaliyetlerini takdir ettiğini, hatta iki çocuğunu, cemaate ait Samanyolu Koleji’nde okuttuğunu anlatıyor. Zaten Avcı’nın son çıkışlarını, bu geçmişi ve muhafazakâr yapısı daha da ilginç kılıyor.
Perinçek’in sözleri
İP Lideri Doğu Perinçek önceki gün Ergenekon duruşmasında “Hanefi Avcı çok doğru söylüyor. ‘O Ergenekon davasında karşılaştığınız hakimler hakim değil, savcılar savcı değil, polisler de polis değildir. Onlar gizli bir örgüttür’ diyor. Bu davanın özü budur. Avcı’nın dediği adamlar burada sanık sandalyesine oturacak. Hem de öyle uzun bir zaman da değil, kısa bir süre içinde” demiş. Perinçek-Avcı ilişkisini bilenler için son derece şaşırtıcı sözler bunlar. Zira Avcı kitabında uzun uzun anlattığı gibi , Perinçek ve onun denetimindeki yayın organları yıllar boyunca Avcı’yı bir hedef olarak görmüş ve göstermişlerdi. Avcı Perinçek hakkında şöyle yazıyor: “Perinçek grubunun İşçi Partisi hiçbir zaman klasik anlamda bir siyasi parti olmadı. Her zaman askeri, güvenlik ve istihbarat konularının içinde oldu. İddiaları ve söylemleri sanki herhangi bir istihbarat teşkilatının söylemleri gibiydi. Öyle ki sıradan bir istihbarat örgütünün toplayamayacağı bilgileri topluyor ve anlatıyordu.”
Bazılarının iddia ettiği gibi, Veli Küçük’ü ve onun karanlık ilişkilerinin deşifre olmasında epey katkısı bulunan Avcı’nın bugün onunla aynı noktaya gelmiş olması hiç de gerçekçi değil. Nitekim medyadaki üstünkörü eleştiriler yerine kitabın kendisini dikkatle okuyanlar, Avcı’nın Ergenekon soruşturmasına karşı olmadığını ancak onun içindeki bazı öğeleri, özellikle de soruşturmanın yürütülüş biçimini eleştirdiğini göreceklerdir. Yarınki yazımızda Avcı’nın Ergenekon, Hrant Dink suikastı gibi konularda dile getirdiği yaklaşımları eleştirel bir şekilde ele alacağız.
Avcı: Öcalan ve PKK ile görüşmeden hangi sorun
halledilebilir?
Hanefi Avcı, kitabının önemli bir bölümünü 1984-1992 yılları arasında görev yaptığı Diyarbakır’da görüp, duyup yaşadıklarına ayırmış. PKK’nın ilk ciddi silahlı eylemleri olan Eruh ve Şemdinli baskınlarını 15 Ağustos 1984 günü gerçekleştirdiği düşünüldüğünde Avcı’nın güvenlik bürokrasisi içinde Kürt sorunu ve PKK’yı en iyi bilen isimlerden biri olduğu anlaşılacaktır.
Her ne kadar Güneydoğu Anadolu bölgesinin merkezi Diyarbakır olsa da PKK uzun yıllar bu ilde önemli silahlı eylemler düzenlemedi. Avcı da 8 yıl boyunca Diyarbakır’daki işlerin azlığından istifade edip bölgenin, PKK’nın daha etkili olduğu diğer illerine gitmiş, orada görev yapan subaylarla tanışmış. Bu arada JİTEM’in önde gelen isimlerinden Cem Ersever ile çok yakın bir ilişkisi olduğunu, onun PKK ile mücadele adına yasadışı yollara başvurmuş olduğunu anladığını, hatta kendisini uyarmış olduğunu da kitaptan öğreniyoruz.
Avcı’nın kitabı bize, devletin PKK ile mücadele adına bölgeye yoğun bir şekilde kaynak ve kadro aktarmasına rağmen neden bir türlü başarılı olamadığını anlamamıza yardımcı olacak bir dizi ipucu sunuyor. Özellikle istihbarat konusundaki eksikliklerin altını sıklıkla çizen Avcı Kürt sorununun bugün geldiği noktada tek bir çözüm yöntemi görüyor: “Sorunları diyalogla, barış içinde çözme yöntemi olarak demokratik açılım.”
Avcı kitabında, PKK ve Öcalan’ın günümüzdeki tavırlarını “Türkiye için bulunmaz şart” olarak niteliyor ve şöyle devam ediyor: “Türkiye bu nimetin farkında değildir. Bu savaşın bitmesi için bütün şartlar olgunlaşmış ve her şey hazırdır. Örgütün, devlet istese ve planlasa dahi öngöremeyeceği kadar iyi bir noktaya gelmiş ve çok iyi bir fırsat yakalanmış olmasına rağmen, devlet hâlâ bu fırsatın farkında değildir.”
Avcı son günlerin en kritik tartışma konularından biri olan PKK ve Öcalan’ı muhatap alıp almama konusundaki görüşünü de açık bir şekilde dile getiriyor: “Şimdi de ‘Öcalan ve PKK ile görüşülemez’ deniyor. Peki kiminle görüşülecek? Sorun oradaki sıradan halk değil ki. Sorunu davanın şahsında somutlaştığı Öcalan ve örgüttür. Onlarla görüşülmeden hangi sorun halledilebilir? Daha doğrusu onlardan başka konuşacak bir muhatap var mı ki? Bugün muhatap alınacak herkes ancak oradan izin aldığı zaman konuşabilir.”
Ortada çok çelişkili bir durum var: Avcı’nın kitabı tam da referandum kampanyasının ortasında çıktı. Hatta birçok “evet” yanlısı, Avcı’yı, kitabı bilerek böyle bir zamanda çıkardığı iddiasıyla eleştiriyorlar. Bunda, “hayır” cephesinden birçok kişinin Avcı’ya ve kitabına sahip çıkması da etkili oluyor. Ancak kampanyanın şu anki ana eksenini, devletin (ve hükümetin) PKK ve Öcalan ile görüşüp görüşmediği tartışmalarının oluşturduğu akılda tutulursa işler karışıyor.
PKK ve Kürt sorununa bakışı bile, Avcı’nın siyasi çizgi olarak muhalefetten ziyade iktidar partisine yakın olduğunu gösteriyor. Fakat ülkedeki kamplaşma öyle boyutlarda seyrediyor ki ak ile kara arasındaki renklere, yani griye kimse bir alan açmak istemiyor. Bu nedenle Avcı’nın kitabı da birbirinden farklı konularda çok ciddi gözlem, analiz ve öneriler içermesine rağmen çatışan kamplardan hangisinin daha çok lehine, hangisinin daha çok aleyhine olduğu gibi basit bir hesaplama ışığında ele alınıyor.
Hanefi Avcı, bugün saat 11.10’da NTV’de Ruşen Çakır ile Mirgün Cabas’ın Yazı İşleri özel programına katılacak.
YARIN: Avcı’nın gözüyle Ergenekon soruşturması, Erzincan davası ve Hrant Dink suikastı