(IŞ)İD günlerdir Suriye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı ve Rojava olarak adlandırılan bölgenin tam ortasında yer alan ve “kalbi” olarak görülen Kobani’ye üç koldan saldırıyor. Fakat Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinin hemen karşısında yer alan Kobani’de olup bitenler ülkemizde fazla bir yankı bulmadı, ta ki birkaç bin sivil sınıra yığılana dek. Aslında benzer bir durum uluslararası topluluk ve medya içinde geçerli. (IŞ)İD ile mücadelenin gündemin birinci maddesi olmasına rağmen, ABD liderliğindeki uluslararası “gönüllüler koalisyonu”nun açıklanmasının hemen ardından yaşanan bu taarruza karşı ilgisizliği nasıl açıklayabiliriz?
Ankara’nın kaygıları
Bunun önde gelen nedeni, Rojava’da siyasi inisiyatifin PYD, askeri inisiyatifin YPG ve onun kadın kolu olan YPJ’de olması gerek. Çünkü PYD ile YPG/YPJ Abdullah Öcalan çizgisindeler ve “PKK’nın Suriye’deki uzantıları” olarak görülüyorlar. Nitekim kısa süre önce Rojava’da Öcalan’ın “demokratik özerklik” perspektifinden hareketle üç ayrı kanton (Afrin, Kobani, Cizire) ilan edildi. Diğer bir deyişle Kürt nüfusunun en düşük olduğu Suriye’yi, konjonktürün sunduğu imkanları sonuna kadar değerlendiren PKK hareketi bir nevi laboratuvar olarak görüyor.
İşte tam da bu nedenle, Kürt siyasi hareketinin tabiriyle “Rojava devrimi” gerek Ankara, gerek Erbil’de başından beri rahatsızlık yaratıyor. Öncelikle, Türkiye’deki silahlı güçlerini çekmeyi durduran PKK’nın buna ek olarak Suriye’de silahlı varlığını güçlendirmesi Ankara’yı tedirgin ediyor. AKP hükümetinin rahatsızlığının tek nedeni Suriye sınırının PKK çizgisindeki bir gücün denetimine geçmesi değil. PYD’nin Suriye rejimine karşı mücadele saflarına katılmaması da Esad’ı devirmeye fazlasıyla angaje olan Ankara’yı öteden beri öfkelendiriyor. Buna karşılık PYD de, muhalefet cephesinin diğer bileşenlerinin rejim devrildikten sonra Kürtlere fazla bir şey vaat etmiyor olmalarını gerekçe gösteriyorlar.
Erbil’in kaygıları
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, özellikle Mesut Barzani liderliğindeki KDP de Kürdistan coğrafyasındaki en büyük rakipleri olan PKK hareketinin Rojava’da nüfuzunu artırmasından hep rahatsız oldu. Bu süreçte sık sık PYD’nin KDP çizgisindeki grup, parti ve şahısları tasfiye etmeye çalıştığı şikayetleri dile getirildi. Sonuçta Erbil yönetimi Rojava’daki yeni Kürt yapılanmasıyla belli bir koordinasyon içinde çalışmaya yanaşmadı, hatta iki taraf arasındaki geçişleri zorlaştırmaya yönelik tedbirler aldı.
Suriye’de PKK etkisinin artmasından ayrı ayrı tedirgin olan Ankara ile Erbil arasında zaten var olan yakınlaşmanın bu vesileyle hızlanması ve bir tür “stratejik ortaklık”a dönüşmüş olması şaşırtıcı değildir. Örneğin Barzani’nin geçen yıl Kasım ayında Başbakan Erdoğan ile Diyarbakır’daki buluşmasının ana gündem maddelerinden biri Rojava olmuştu. (http://rusencakir.com/Erdogan-ve-Barzaninin-ana-gundemi-Rojava-olacak/2248)
Bölgede gerek Türkiye, gerekse KBY ile stratejik ilişkilere sahip olan ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinin de, onların kaygıları nedeniyle PYD ve YPG/YPJ’ye mesafeli yaklaştıklarını biliyoruz. Örneğin PYD Eşbaşkanı Salih Müslim birçok denemeye rağmen Washington’a gidebilmiş değil.
Şengal’le değişen durum
Fakat (IŞ)İD’in Musul’u aldıktan bir süre sonra gözünü Kürt topraklarına dikmesi ve Şengal ile Mahmur’u ele geçirmesiyle dengeler değişti. Özellikle YPG güçlerinin soykırım tehdidi altındaki Ezidilerin yardımına herkesten önce gitmeleri; Kandil’den gelen HPG’lilerin de Mahmur’un geri alınmasında peşmergelerle birlikte savaşmaları buzları büyük ölçüde eritti. Tabii buna Ankara’nın, bütün ısrarlı taleplere rağmen (IŞ)İD’e karşı Erbil’in yardımına koşmaması da etkili oldu.
Sonuçta birkaç günlük gecikmeyle de olsa Mesut Barzani, tüm Kürtleri, aralarındaki farklılıkları bir kenara bırakarak Kobani direnişine yardıma çağırdı. Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin önde gelen isimlerinden Berham Salih’in de (IŞ)İD’e karşı ulaslararası koalsiyonun samimiyetinin sınanması gereken ilk yer olarak Kobani’yi göstermesi de anlamlıdır.
Bu bağlamda Ankara’nın Rojava politikalarında da belli esnemeler olmasını bekleyebiliriz. Önceki gün sınıra gelen birkaç bin sivili içeri sokmama tavrından kısa süre içinde vazgeçilmiş olması hiç kuşkusuz olumludur. Ancak yeterli olmadığı da açık. Bu noktada Abdullah Öcalan’ın bir şekilde devreye girmesi söz konusu olabilir. Zira Kobani’de ‘var kalma’ savaşı veren Kürtlerin kendi kaderlerine terk edilmesi Türkiye’deki çözüm sürecini de dinamitler.
Son bir not: Bugüne kadar saldırdığı her yeri kolaylıkla ele geçiren (IŞ)İD’in Kobani’de karşılaştığı direnişi anlamayan ve anlamak istemeyenler çok şey kaybederler, nitekim kaybediyorlar.