Perşembe günü Cemil Bayık’ın “çekilmeyi durduruyoruz” sözleri PKK’ya yakın internet sitelerine düştüğünde iki uç tepkiyle karşılaştık: “Aslında öyle dememiştir, Kürtçeden Türkçeye çevirirken yanlış yapılmıştır” veya “aslında öyle demek istememiştir” diyen iyi niyetliler ve “gördünüz mü, çözüm süreci zaten yalandı” diyen kötü niyetliler.
Aslında çözüm süreci başladığından beri benzer durumlarla karşılaşıyoruz. Bazıları süreç boyunca yaşanan sorunları alabildiğine abartırken, başkaları da her sıkıntıda “endişeye mahal yok, çünkü sorun yok, ortalık sütliman” diyor. Halbuki sürece esas olarak, niyetlerimizden arınmış bir şekilde gerçekçi bir perspektiften bakmaya çalışmalıyız. Türkiye’nin en temel ve çetin sorunu söz konusu. Çözmek tabii ki kolay olmayacak, bir dizi sorun yaşanacak. Dolayısıyla bu sorunları serinkanlı bir şekilde ciddiye alıp çözüm yolları aramak yerine, yok saymak veya ortalığı paniğe vermek yanlış olur ve süreci riske atar.
Panik yapmadan ciddiye almak
Dün, KCK’nın uzun yazılı açıklamasıyla Bayık’ın sözü doğrulandı ve “ateşkesin sürdüğü ama geri çekilmenin durdurulduğu” ilan edildi. Böylece “iyi niyetliler”in yanılmış olduğu ortaya çıktı. Peki buradan “kötü niyetliler”in haklı çıktığı sonucuna varabilir miyiz? Sanmıyorum. Çünkü süreç bitmiş değil, kolay kolay biteceğe de benzemiyor. Dolayısıyla Bayık’ın sözleri üzerine önerdiğim “Panik yapmadan ciddiye almak gerek” (http://www.rusencakir.com/Cemil-Bayikin-son-aciklamasi-Panik-yapmadan-ciddiye-almak-gerek/2100 ) yaklaşımını bu sefer de tekrarlamak istiyorum. Ayrıca, hükümet ile PKK arasında doğal olarak var olan, ama süreçle birlikte azaldığını tahmin (veya temenni) ettiğimiz, lakin hiç de öyle olmadığını gördüğümüz karşılıklı güvensizliğin nasıl aşılabileceği üzerine birkaç şey söylemek istiyorum.
Açığa düşen BDP
Normal şartlarda bu sorunun aşılmasında BDP’ye çok görev düşmesi beklenir. Ancak BDP’nin PKK üzerinde ciddi bir etkisi olmadığını bu son olayda bir kez daha gördük: “Bayık öyle demek istememiştir” diyen Eş Başkan Selahattin Demirtaş, KCK açıklamasıyla açığa düşmüş oldu. Hâl böyle olunca BDP’nin devlet nezdinde çok fazla kredisi olmuyor. Sonuçta ihale dönüp dolaşıp bir kez daha Abdullah Öcalan’a kalıyor.
Birçok kişi gibi ben de bu sürecin en büyük şansının Öcalan olduğunu düşünüyor, onun sürecin merkezine alınmasını doğru buluyorum. Ancak Kürt siyasi hareketinin diğer aktörlerini önemsizleştirip bütün yükü Öcalan’ın sırtına yüklemek çok akılcı bir strateji değil. Üstelik bu, onun gerek Kürt hareketi, gerekse genel kamuoyuyla iletişimini bu derece sınırlı tutularak yapılınca süreç ister istemez sık sık kesintiye uğrayabiliyor.
Devlet bu süreci, kazasız belasız, Kürt sorununun kalıcı çözümüne ulaşacak bir şekilde tamamlamak istiyorsa ya Kürt siyasi hareketi içinde Öcalan dışındaki aktörlere daha geniş bir inisiyatif alanı açmak (ki böylesi bir girişime karşı Öcalan’ın tavrı ne olur, belirsiz) ya da Öcalan’ın konumunu, onun deyimiyle “araçsal”dan “stratejik”e taşımak durumunda. Tabii kendi üzerine düşen, demokratikleşme paketi gibi ödevleri de yerine getirmesi şart. Aksi takdirde süreç sahiden tehlikeye girebilir. Böylesine olumsuz bir ihtimalin sadece Türkiye’nin iç barışını değil, aynı zamanda tüm bölgeyi etkileyeceği de ortada. Özetle: Kötü niyetlileri sevindirmek istemiyorsak, sadece iyi niyetle değil aynı zamanda gerçekçi bir şekilde hareket etmek gerekiyor.
Süreç sadece iyi niyetle yürümüyor
Haberin Devamı