Recep Tayyip Erdoğan’ı, RP İstanbul İl Başkanlığı’ndan beri, yaklaşık 25 yıldır bir gazeteci olarak bilir, tanır ve izlerim. Hatta 9 yıl önce meslektaşım Fehmi Çalmuk ile birlikte “Bir Dönüşüm Öyküsü” altbaşlığıyla kendisinin biyograsini yayınlamıştık. Bu birikimimden hareketle, “Erdoğan nasıl oluyor da 1994’den beri girdiği tüm seçimleri kazanıyor?” sorusuna vereceğim ilk cevap “rakipleri, düşmanları yüzünden, daha doğrusu sayesinde” olacaktır. Şunu söylemek istiyorum: 1994 yerel seçimlerinde RP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olduğunda, Türkiye’yi yönettiğini, bu ülkenin ekonomik, kültürel, toplumsal ve siyasal hayatını yönlendirdiğini düşünen (ve belki de sahiden böyle olan) çevreler Erdoğan’ı küçümsedi. Onu tanımaya, anlamaya çalışmadı.
BADİRELERİ ATLATTI:
Başkanlığı kazanması bir “kaza” olarak görüldü, bu zor görevi eline yüzüne bulaştıracağı, uzun süreli sürdüremeyeceği düşünüldü. Hapse girmesi, aynı çevreler tarafından siyasi kariyerinin sonu olarak görülüp sevinçle karşılandı. RP (daha sonra FP) içinde onun başını çektiği “yenilikçi” kanata pek bir şans tanınmadı. Ardından yine onun liderliğinde kurulan AKP’ye belli bir kredi verildi ancak bu partinin nasılsa kısa süre içinde kendileriyle işbirliği yapmak zorunda kalacağı; eğer kendi dümen sularına girmezse sistem tarafından (asker, yüksek yargı vs.) tasfiye edileceği düşünüldü. Fakat yanıldılar. Erdoğan Türkiye’deki mevcut sistemin geleneksel sahiplerinin sandığı gibi kolay bir lokma çıkmadığı gibi, işi kendisini tasfiye etmeyi tasfiyeye kadar götürdü. Siyasi hayatında önüne çıkarılan bütün badireleri, er ya da geç, bir şekilde atlatmayı beceren Erdoğan’ın önüne “Türkiye’nin, halkın seçtiği ilk başkanı” olma hedefini koyduğunu ve bunu engelleyebilecek pek bir güç bulunmadığını görüyoruz.
KÜRESEL FIRSATLAR:
Tabii Erdoğan’ı bugünlere sadece rakipleri ve düşmanları getirmedi. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Bloğu’nun çözülmesiyle birlikte yaşanan küresel değişim ve dönüşümlere kendini hızla adapte edebilmesinin de altını çizmek lazım. Düşmanları onu “BOP Eşbaşkanı” veya “ılımlı İslam’ın Türkiye ayağı” gibi gerçekle pek ilgisi olmayan yaftalarla mahkum ettiklerini sanmaya devam etsinler, Erdoğan, İslam dininin, özellikle de onun siyasal yorumlarının küresel bir olgu haline gelmesinin dezavantajlarından olabildiğince uzak durup avantajlarını sonuna kadar kullanmaya çalıştı, çalışıyor. Bir bilanço çıkarılacak olursa artı hanesinin daha kalabalık olduğu görülecektir. Bu arada merkezde yer alma iddiasındaki partilerin, en çok da CHP’nin, AB üyeliğine her geçen gün daha mesafeli bakması da, bu projenin şampiyonluğunu yapan Erdoğan’ın imajını, sadece Avrupa’da değil, tüm Batı dünyasında, hatta İslam aleminde de büyük ölçüde parlattı.
DOBRALIK:
Dış etmenleri hızla özetledikten sonra Erdoğan’ın kişisel bazı özelliklerini de vurgulamaya çalışalım. Öncelikle şu noktaya dikkat çekmek isterim: Rakip ve düşmanlarının Erdoğan’da “defo” olarak gördüğü hususlar pekala onun toplumun belli kesimleri tarafından daha karizmatik görünmesine yol açabiliyor. 1994’de merkez medya Erdoğan’ın kaçak gecekondusu olduğunu kanıtlayıp onu köşeye sıkıştırmak isterken, onun İstanbul’un yoksul ve yoksunlarıyla daha hızlı kucaklaşmasına sebep olduklarını pek geç fark etmişlerdi. Benzer şekilde onun bir siyasetçide alışık olmadığımız bazı düz ve hayli sert çıkışları da, medya tarafından şikayet konusu yapılırken seçmenin bir bölümüne “helal olsun, dobra adam” dedirtti.
Bu yüzden Erdoğan’dan söz edilirken sık sık onun hem Karadenizli, hem Kasımpaşalı olmasının, bu arada futbolculuk geçmişinin altı çizilir. Kuşkusuz bunlar onu anlamamızda önemli. Aynı şekilde onun dindar kimliği de, siyasi kariyerinde önemli bir faktör olmuştur; en azından onun siyasete bir “meslek”ten ziyade, bir “dava” gibi bakmasını pekiştirmiştir. Fakat başarısının esas sırrının, onun siyaseti bir “dava” gibi görmekle birlikte son derece ciddiye alması, olabildiğince profesyonelce yapmasıdır.
EKİP ÇALIŞMASI:
Bu bağlamda Erdoğan ekip çalışmasına çok önem verir ve bunu son derece başarıyla yürütür. Örneğin AKP mitinglerine gittiğinizde neredeyse bir görevli ve danışmanlar ordusuyla karşılaşırsınız. Diğer parti liderleriyse bir-iki koruma, birkaç kurmay ve gittikleri yerdeki il başkanları vs. ile karşınıza çıkarlar. Teknolojiyi çok yakından takip etmeyebilir ancak ailesinden veya yakın çevresinden birileri muhakkak takip eder ve bunun imkanlarını onun hizmetine sunar. Daha lise çağlarında, tersanede tamir için bekleyen gemilerin üstüne çıkıp nutuk atma antremanları yapmış olan Erdoğan’ın, Türkiye’nin “prompter” (metin okuma cihazı) kullanan belki de ilk ve yine belki de tek lider olması, bu nedenle şaşırtıcı değildir. Sonuç olarak Erdoğan siyasette bir yandan geleneksel ilişki ağlarını ve değerleri sonuna kadar kullanırken öte yandan modernliğin tüm nimetlerini hiç çekinmeden davasına aktarabiliyor. Diğer bir deyişle Erdoğan siyasette gelenek ile modernlik arasında bir kaynaşmayı hayata geçiriyor. İşte bu da ona başarının kapılarını açıyor.
Siyaseti hem 'dava' hem 'meslek' olarak gördü
Haberin Devamı