MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, son olarak partisinin 6 üst düzey ismini hedef alan şantaja resti çekmesi hiç kuşkusuz takdir edilecek bir davranış. Ama daha masada kiminle oynadığını bilmediği için rakibinin (ya da rakiplerinin) ellerinde ne olduğunu kestirmesi mümkün değil. Dolayısıyla bu oyun bitmişe ve kolay kolay biteceğe benzemiyor. An itibariyle şantajcıların yeni hamlelerini ve kamuoyunun, özel olarak da MHP tabanının bunlara vereceği tepkilerini beklemekten başka yapacak pek bir şey yok.
Bahçeli’nin, “yolumuza arkadaşlarımızla devam edeceğiz” açıklamasının şantajcıları yıldırmayacağı ortada zira ilk dört olayda partinin dört üst düzey yöneticisi hem görevlerinden, hem de milletvekilliği adaylığından istifa etmişlerdi. Bunlardan bir tek Bülent Didinmez “söz konusu olan benim özel hayatım” diyerek istifa etmeye yanaşmamış, fakat bir gün içinde buna mecbur bırakılmıştı. Diğer bir deyişle MHP liderliği, başta şantajcılara yenik düşmüş ve gayrı meşru aşk ilişkilerinin istifa nedeni olduğunu kabul etmişti. Şimdi şantajcılar, sözünü ettikleri altı kişinin gizli kayıtlarını da yayınlarlarsa (ki önlerinde herhangi bir engel görünmüyor) MHP epey zor durumda kalacaktır.
Peki buradan bir çıkış mümkün mü? Sanki çok geç. Eğer ilk kasetler yayınlandığında söz konusu kişiler istifa ettirilmeseydi MHP belki bu kadar zorlanmazdı. Ya da ilk kasetlerin ardından, benzer durumdaki bazı isimler, şantaj yapılmasını beklemeden kendileri ortaya çıkmış olsalardı durum belki farklı olabilirdi. Artık bu aşamadan sonra MHP’nin şantajla yaşamaya alışmaktan başka yapabileceği pek bir şey yokmuş gibi gözüküyor. Kaldı ki peş peşe gelen ve son derece organize bir komplo olduğu aşikâr olan bu yayınların MHP’yi “mağdur” konumuna taşıdığını ileri sürenler de var. Bu mağduriyetin sandıkta MHP’nin lehine sonuçlara yol açma ihtimalini hiç yabana atmamak lazım. Deniz Baykal kasetlerini servis edenlerin, eğer bu yolla CHP’yi krize sürüklemek istemişlerse son derece hayal kırıklığına uğramaları gibi, bu kasetler yoluyla MHP’yi barajın altına çekebilmeyi amaçlayanlar da pekala hüsrana uğrayabilirler.
Tutukluluk zor zanaat
Mustafa Balbay cezaevinde yazdığı kitapların sayısını üçlemiş. “Zulümhane”yi okumuştum. Sağolsun, “Zulümname” altbaşlıklı “Düşünüyorum, O Halde Sanığım” (şiir) ve “Zulümdar: Demokrasi Tanrısı” (roman) kitaplarını da yollamış. Bir de el yazısıyla not eklemiş. Şöyle diyor: “Ülkemizdeki cezaevi gerçeğine yeri geldikçe değindiğin için teşekkür ediyorum. Hapiste, hele yalnızlıkta yaşama tutunmanın başlıca yolu okumak ve yazmak. Özgür günlerde görüşmek üzere...”
Ben de Mustafa’nın bu dileğine katılıyorum ve 12 Haziran sonrasında TBMM kulisinde kendisiyle çay içip muhabbet edeceğimiz günleri dört gözle bekliyorum.
Malum bugün 19 Mayıs. Bu vesileyle Mustafa ve hapiste yatan herkes için, 12 Eylül cuntası döneminde Hasdal ve Metris’te sık sık okuduğumuz bir Can Yücel şiirini armağan etmek istiyorum:
“bugün ondokuz mayıs
mayısın ondokuzu
sen ey türk istiklalinin koruyucusu
sen ey ülkemizin geleceği
ulusumuzun gözbebeği
sen ey demir parmaklıklarında barfiks yapan
ranzalarda perende atan
sportmen ve kahraman türk gençliği bütün kilitbahirler açık
ama her zaman samsun’a çıkılmaza
bu sabah da avluda volta atmaya çık”
Bayramınız kutlu olsun