Her ne kadar bölge halkının, sivil toplum kuruluşlarının, bazı gazeteci ve aydınların yoğun baskısı etkili olmuşsa da DTP’lilerin istifadan vazgeçmesinde belirleyici rolü Abdullah Öcalan oynadı. Nitekim Ahmet Türk yaptığı açıklamada, uzun uzun kamuoyu baskısını anlattıktan sonra, İmralı’dan gelen değerlendirmelere de saygılı bir dille değindi.
Aslında olayların böyle gelişeceği başından belliydi. Öcalan, kapatmanın hemen öncesinde avukatlarına, “kapatılma dünyanın sonu değil” demiş ve yeni partiyle yola devam talimatı vermişti. Biz de Öcalan’ın bu sözlerinden hareketle Cumartesi günkü Vatan’da “sine-i millet yok, yeni partiyle yola devam” başlığını gönül rahatlığıyla atmıştık.
Doğal olarak DTP’lilerin Diyarbakır’da istifa kararı almaları çok şaşırtıcı olmuştu.
İki gün bekledim, karardan geri adım atmadıklarını görünce Çarşamba günü “yanlımışım” diye başlayan bir yazı kaleme aldım. Fakat aynı yazıda “Belki de Öcalan
bu hafta avukatlarına, ‘Meclis’i terk etmekle yanlış yaptılar’diyecektir” demiş ve şöyle devam etmiştim: “İşte o takdirde DTP’liler
bu kadar hayati bir konuda ‘Öcalan’a rağmen’ hareket etmiş olurlar ki, sanmıyorum.”
PKK’ya da ayar
Evet DTP’liler, bir kez daha “Öcalan’a rağmen” hareket edemediler ve imajları daha fazla yıpranmış oldu. Bu durum, bundan sonra Barış ve Demokrakrasi Partisi (BDP) çatısı altında siyasete devam edecek ve muhtemelen Ufuk Uras’ın da katılımıyla TBMM’de yeniden grup kuracak olan DTP’liler için kötü olmakla birlikte Türkiye için hayırlıdır. Zira sine-i millet kararı, Anayasa Mahkemesi’nin kararı kadar yanlış bir karardı; ne DTP’lilere, ne Kürtlere, ne de bütün Türkiye’ye hiçbir yararı olmayacaktı. Sonuçta, acı ama gerçek, DTP’liler Öcalan’ın müdahalesiyle çok büyük bir yanlıştan dönmüş oldular.
Bu noktada çok önemli bir parantez açmak lazım: PKK’nın fiili lideri Murat Karayılan son açıklamalarında sine-i millet kararına açık destek vermişti. Zaten bu kararın şekillenmesinde birinci derecede
etkili olduğunu bildiğimiz, hafta sonu Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nin, PKK’dan habersiz, hele ona rağmen böylesine ciddi bir karara varması mümkün değildi. Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
Öcalan karşısında PKK’nın da gücü, etki ve yetkisi bir yere kadar. Daha da ileri giderek, Öcalan’ın son talimatının sadece istifa kararı alan milletvekillerine değil, onları bu yolda teşvik ettiği anlaşılan PKK’nın yönetici kadrosuna da bir “ayar”dır.
Kısır döngü
Peki bundan sonra ne olacak?
Öcalan geniş bir tabana yayılacak bir parti kurulmasını istiyor. Ahmet Türk de benzer bir dileği dile getirdi. Fakat daha önce de, kapatılan her partinin ardından yeni bir parti için kollar sıvandığında bu tür arayışlar gündeme gelmiş, çeşitli temaslar kurulmuş, hatta bazı isimler kazanılmıştı ancak hiçbir zaman bir “Türkiye partisi” hayata geçirilememişti. Bunun en başta gelen nedeni, Öcalan ve PKK’nın bu partiler üzerindeki ipoteğidir.
Bu ipotek nedeniyle aslında yer alabilecek çok kişi ve grup bu partilerden uzak durdu; “belki bu sefer bir şeyler değişmiştir” diye şansını deneyenler de kısa süre içinde hayal kırıklığına uğradılar. Bu sefer de benzer şeyler yaşanacağa benziyor.
Bir-iki küçük çaplı katılım dışında DTP’nin BDP’ye taşınmanın ötesinde bir durumla karşılaşmamız zor olur.
Bu kısır döngü ancak bir şekilde kırılabilir: Öcalan yasal partinin hiçbir işine, hiçbir şekilde karışmayacağını beyan ederse BDP’ye farklı kesimlerden de katılımlar olabilir.
Ne var ki Öcalan böyle bir söz vermez, verse de bu sözünde duramaz.
PKK istedi, Öcalan bozdu
Haberin Devamı