PKK ile mücadelede yeni askeri strateji:

Haberin Devamı

Devlet, PKK ile halkı ayırmayı nihayet öğrenmiş

Devlet, özellikle TSK, geçmişin hatalarından gereken dersleri çıkarmış. PKK ile kırsal alanda mücadelede yeni strateji örgütle baş başa savaşma esası üzerinde yükseliyor. Yani devlet PKK ile halkı ayırmayı nihayet öğrenmiş

SUNUŞ

17 Ekim günü Vatan Gazetesi’nde “Kürt hareketini anlamak” başlığıyla bir diziye başladım. Amacım PKK’nın saldırılarını yeniden tırmandırdığı bir atmosferde Kürt hareketinin nerden gelip nereye doğru yol aldığını analiz etmekti. PKK ile mücadelede yeni askeri strateji: Kafamda bu dizinin ikinci bir aşaması daha vardı: Son dönemde dikkatleri en fazla üzerine çeken illerden Hakkari’ye gitmek, il merkezinin dışında Yüksekova, Şemdinli, Çukurca gibi ilçeleri de dolaşıp Kürt hareketi üzerine düşünce ve tespitlerimin isabetli olup olmadığını yerinde kontrol etmek istiyordum. Hatta bölgeyi benden daha iyi bilen Gazi Üniversitesi öğretim üyesi olan dostum Hüseyin Yayman’ı da bana eşlik etmesi için ikna ettim.

Ancak tam yazı dizisinin ortasında PKK’nın Çukurca baskını yaşandı. Sayılarının 200’ü aştığı tahmin edilen PKK militanı, 19 Ekim Çarşamba sabahı saat 01.00 civarında Çukurca’ya girip aynı anda 8 ayrı stratejik noktaya saldırdı. İlk aşamada 24 güvenlik görevlisi şehit oldu. Ülke çapında haklı olarak derin bir infiale yol açan saldırının ardından 20 Ekim Perşembe günü bir yazı daha kaleme alıp “Kürt hareketini anlamak” dizisine ara verdim. Amacım hafta sonu Hakkari’de duyup gördüklerimin ardından Kürt hareketini değerlendirmeye kaldığım yerden devam etmekti.

Hüseyin’le birlikte Cumartesi öğle vakti Hakkari’ye ulaştık, burada foto muhabiri arkadaşımız Burak Kara ile buluştuk. Hakkari’de geceyarısına kadar yerel kanaat önderleri ve devlet yetkilileriyle görüştük. Pazar sabah erkenden Çukurca’ya gittik. Öğlene kadar vatandaşlarla ve askerlerle sohbet ettik. Programımızın bir sonraki etabı olan Yüksekova’ya tam varmak üzereyken Van’da deprem olduğu haberini aldık ve doğal olarak yönümüzü Van’a çevirdik. Her ne kadar tüm tasarladıklarımızı hayata geçiremesek de Hakkari ve Çukurca’da dikkate değer şeyler gözledik, öğrendik.

Bugün ilk olarak Çukurca’yı anlatmak istiyorum, yarın da Hakkari gözlemlerimizle devam edeceğiz. PKK ile mücadelede yeni askeri strateji: Mecburen yayınlamayı geciktirdiğimiz bu gözlem ve değerlendimelerimizin Kürt hareketini daha iyi anlamada yardımcı olmasını diliyorum.

ÇUKURCA SONRASI DEVLET, PKK VE KÜRTLER

PKK’nın son dönemde bir tür “topyekûn savaş” konseptiyle saldırılarını yoğunlaştırması üzerine devlet içinde de benzer bir mukabele anlayışı öne çıktı. Hal böyle olunca sık sık şu soruyla karşılaşır olduk: “Yoksa devlet 1990’lı yıllara mı dönüyor?” (“1990’lı yıllar” derken esas olarak Tansu Çiller’in başbakan olduğu ve terörle mücadelede yasal sınırların devlet onayıyla pervasızca aşıldığı dönemin kastedildiği malum.)

Hakkari ve Çukurca’daki gözlemlerimden hareketle bu soruya hiç düşünmeden “Hayır” cevabını veririm. Hatta daha ileri gidip, “Devlet o dönemin hatalarından o kadar ders çıkarmış ki bir daha kolay kolay 1990’lara dönülemez” de diyebilirim. “Nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsun?” diye sorulacak olursa şunu söylerim:

Sivil hayat hakimdi

PKK saldırısının üzerinden daha 2-3 gün geçmişken ve TSK, ağırlığı Çukurca kırsalı olmak üzere çok yoğun bir askeri operasyon sürdürürken Hakkari ve hatta Çukurca’da son derece sakin, rahat ve daha önemlisi “sivil” bir hayat hakimdi. PKK ile mücadelede yeni askeri strateji: Bir-iki basit kimlik kontrolünü saymazsak gazeteci olarak istediğimiz yerlere gittik, istediğimiz kişilerle son derece özgür bir şekilde konuştuk, fotoğraflar çektik.

Halbuki o meşhur 1990’lı yıllarda tam tersi olurdu: Halk sokağa çıkmaktan, dükkanlarını açmaktan korkardı, dolayısıyla sokakların hakimi üniformalar ve silahlar olurdu. Medyanın çalışmasına hoş gözle bakılmazdı. Gazeteciler konuşacak vatandaş bulmakta zorlanır, buldukları da sadece “resmi” görüşlerini dile getirdiği için yaşananlar hakkında sağlıklı bilgi sahibi olunamazdı.

Hele son Çukurca baskını gibi etkili bir PKK saldırısı söz konusuysa, devlet intikamını ilk olarak bölge halkından alırdı: Evler basılır, çok sayıda insan gözaltına alınırdı. Onların maruz kaldıkları kötü muameleler nedeniyle, kamuoyu da PKK saldırısı kadar, hatta bazen ondan daha da fazla devletin halka uyguladığı zulümle ilgilenirdi.

1990’lardan alınan ders

PKK baskınından üç gün sonra Çukurca’da bir çay bahçesinde halkla sohbet ediyoruz. Kendilerinden, bazı evlerde arama yapıldığını ama halktan kimsenin gözaltına alınmadığını öğreniyoruz. Eskiden olsa, PKK’nın böylesine karmaşık ve zor bir baskını vatandaşlardan yardım almadan düzenlemesinin mümkün olmadığı saptamasından hareketle ilçe merkezi hallaç pamuğu gibi atılırdı. Nitekim sohbet ettiğimiz kişiler, geçmişte defalarca gözaltına alındıklarını, işkence gördüklerini anlatıyorlar. Hatta birçok gencin PKK saflarına katılmasında bu tür baskı ve eziyetlerin belirleyici olduğunu ileri sürüyorlar.

Bugünse, sanki 2-3 gün önce PKK bu kente baskın yapmamış, sanki TSK birkaç kilometre ilerde, belki içlerinde Çukurcalıların akrabalarının da bulunduğu PKK’lılara karşı son derece kapsamlı bir operasyonu yürütmüyormuş gibi sakin bir atmosfer hakim.

PKK ile TSK baş başa

Hüseyin’le aklımıza devletin yıllar boyu PKK ile mücadelede temel slogan bellediği “sivil halkla teröristi ayırt etmek” ilkesi geliyor. Devlet yetkililerinin bu slogana, esas olarak halka reva görülen zulümlerin üstünü örtmek için başvurmuş olduklarını artık, büyük ölçüde medyanın sayesinde, biliyoruz. Günümüzdeyse, devlet yetkililerinden bu sloganı daha az duyuyoruz ancak son olarak Çukurca’da bizlerin tanık olduğu gibi, güvenlik güçleri kırsal alanda PKK ile mücadeleye halkı bulaştırmamaya azami özen gösteriyorlar. Diğer bir deyişle, PKK saldırıları bahane edilerek bölge halkına operasyon düzenleme dönemi büyük ölçüde sona ermiş.

Bu durumu şöyle özetlemek mümkün: Devlet, özellikle TSK, geçmişin hatalarından gereken dersleri çıkarmış. PKK ile kırsal alanda mücadelede yeni strateji örgütle baş başa savaşma esası üzerinde yükseliyor. Yani devlet PKK ile halkı ayırmayı nihayet öğrenmiş.

Ama ortada çok ciddi bir başka sorun var: Güneydoğu’da halk PKK’ya, hiç de devletin kendisinden istediği, beklediği gibi bakmıyor. Bu konuyu yarın ele alalım.

90’lı yılların tam tersi

Çukurca’da sohbet ettiğimiz vatandaşlar son derece sakin ve rahattı. 90’lı yılların tam tersi, özgürce konuştuk. O zaman halk sokağa çıkmaktan korkar, gazeteciler de konuşacak vatandaş bulmakta zorlanırdı. Şimdi ise genci de yaşlısı hem konuştu, hem fotoğraf çektirdi...

Dağda başka bağda başka

Çukurca’da konuştuğumuz vatandaşların çoğu, devletin baskısına kendilerinden örnek verememekle birlikte tüm ülkeyi kasıp kavuran KCK operasyonlarından şikayet ettiler. Kırsal alanda baş başa kalmaya son derece dikkat eden devletin, kentlerde dün DTP, bugün BDP çatısı altında veya ona yakın yerlerde siyaset yapan isimleri, halkın seçtiği belediye başkanlarını, sivil toplum aktivistlerini ve aydınları gözaltına alması ve bunların ezici bir çoğunluğunun tutuklanması son derece çelişkili bir durum.

KCK operasyonları sayesinde Kürtlerle PKK arasındaki köprüleri uçurmayı hesaplayanlar, tam tersi sonuçlarla yüzyüze gelince, hatalarını kabullenip geri adım atmak yerine daha da hırçınlaşıyorlar. Son olarak Prof. Büşra Ersanlı ve yayıncı-yazar Ragıp Zarakolu gibi isimlerin de gözaltına alınmış olması, bu kişilerin tam anlamıyla “akıl tutulması” yaşadıklarını gösteriyor.

Bakalım “bağdaki” devlet 1990’lı yıllardan ne zaman ders çıkaracak?

DİĞER YENİ YAZILAR