Pazartesi günü Dicle Üniversitesi’nde PKK ve Hizbullah çizgisine yakın öğrenciler arasında çıkan olaylar dün de sürdü. 1990‘ların başındaki PKK-Hizbullah çatışmasının yeniden başlaması ihtimalini gündeme getiren bu kavgaya büyük medyanın ilgisizliği manidar. Hâl böyle olunca devreye büyük ölçüde sosyal medya giriyor ve bu tür mecralarda, büyük ölçüde kim oldukları ve gerçek niyetleri tam olarak saptanamayan bazı kişi ve odaklar tarafından üretilen ve çatışmayı tırmandırmaya yönelik haber ve yorumlar ön plana çıkabiliyor.
Çünkü salı günkü yazımızda (http://www.rusencakir.com/Yine-PKK-Hizbullah-catismasi-mi/1988) da ifade ettiğimiz gibi, bölgenin iki önemli toplumsal-siyasi gücü olan PKK ile Hizbullah söz konusu olduğunda başka faktör ve aktörleri de hesaba katmak zorundayız. Daha açık söyleyecek olursak, PKK ile Hizbullah kendi aralarındaki ilişkileri (veya ilişkisizlikleri) kendi başlarına belirleme şansına geçmişte pek sahip olmadılar ve bu durum pekâlâ bugün de geçerli olabilir.
Nitekim son gerginlikte de, her iki tarafın birbirini karanlık hesap ve ilişkilere sahip olmakla; en azından, bilmeyerek de olsa birtakım karanlık odakların oyununa gelmekle suçladığını görüyoruz. Kuşkusuz bu karşılıklı ithamların ne derece doğru ya da yanlış olduğunu saptamamız, en azından şu aşamada mümkün değil. Kaldı ki böyle bir zorunluluk da yok. Eğer her iki taraf da çatışmanın yanlış olduğunu görüyor ve söylüyorsa (ki resmi açıklamalar bu yönde) kim oldukları belirsiz kişi ve odakları suçlamak yerine daha sorumlu davranıp çatışma ihtimallerinden uzak durabilir ve sözünü ettikleri çevrelerin oyunlarını boşa çıkarabilirler.
Kapanmayan defterler
Ancak bu hiç de kolay olacağa benzemiyor çünkü her iki taraf da, bir kan davası gütme iddiasını dillendirmemekle birlikte, geçmişte aralarında yaşanan son derece acımasız ve kanlı çatışma döneminin izlerinden ve etkisinden tam olarak sıyrılabilmiş değil. Dolayısıyla bugünü de büyük ölçüde geçmişin refleks ve kalıplarıyla tahlil etme yoluna gidiyorlar.
Şunu biliyoruz: Her iki taraftan da büyük kayıplara neden olan PKK-Hizbullah çatışması 1990’ların ortasında adı konmamış bir tür ateşkesle birdenbire sona erdi. O günden bu yana ülkenin dört bir tarafında iki hareket arasında irili ufaklı sürtüşmeler oldu ancak genel bir çatışma hâline asla dönülmedi. Bununla birlikte taraflar bir araya gelip geçmişin defterlerini kapatma yoluna da gitmediler. Yani Abdullah Öcalan‘ın son Newroz mektubunda Türklere yönelik dile getirdiği “helalleşme ve kucaklaşma“ Kürtlerin iki önemli hareketi arasında yaşanmadı.
Sürecin geleceği
Diyarbakır’daki son olayların tam da yeni İmralı sürecinin ivme kazandığı bir anda patlak vermesi bir dizi komplo teorisini de beraberinde getirdi. Hükümetin ilgisizliği ve polisin olayları önleme konusunda bariz bir şekilde yetersiz kalması gibi olgular da bu tür spekülasyonları güçlendirdi. Bu türden iddiaları göz ardı etsek bile bu kavganın çözüm sürecine olumsuz etki edeceği muhakkaktır. Her iki tarafın da süreç hakkında pozitif bir tutuma sahip oldukları düşünüldüğünde olup biteni anlamanın iyice zorlaştığı da açık.
Durumu daha da netleştirmek adına şu soruları sormak kaçınılmaz: Bölgenin önde gelen iki partisi BDP ile Hüda-Par, bir bakıma bindikleri dalı kesmek anlamına gelecek olan bu kavgayı neden engelleyemiyorlar? Engellemek mi istemiyorlar? Yoksa onların çabaları bile kavganın yatışması için yeterli olmuyor mu?
İşte bu hayati soruların cevabını bizzat yerinde aramak için bugün foto muhabiri arkadaşım İlker Akgüngör ile Diyarbakır’da olacağız. Yarın olayın taraflarının ve tarafsız gözlemcilerin görüşlerini Vatan’da okuyabilirsiniz.
PKK ile Hizbullah helalleşebilir mi?
Haberin Devamı