“Derin PKK, Ergenekon’la işbirliği içinde”
Silvan saldırısının ardından bir kez daha PKK’nın, en azından içinden bazı unsurların, örneğin yönetici kadrodan bazı isimlerin eskiden “derin devlet” dediğimiz; bir süredir Ergenekon diye tanımlanan bazı odaklarla ilişkisi tartışılıyor. “Tartışılıyor” dememe aldanmayın, PKK’nın Ergenekon’la yoğun ilişki içinde olduğu iddiaları o kadar egemen ki farklı bir şey söylemek isteyenler ürküyor ve sessizliği tercih ediyor.
Giriş paragrafını 6 Mayıs 2011’de yayınlanan “PKK-Ergenekon ilişkisi” başlıklı yazımdan aldım. Sadece “Kastamonu”nun yerine “Silvan saldırısı” yazdım ve bu paragrafın anlamından hiçbir şey kaybetmediğini gördüm. Hatta “PKK-Ergenekon ilişkisi” iddialarının Silvan saldırısının ardından daha yoğun bir şekilde gündeme getiriliyor. Bunun birinci nedeni Silvan’da 13 şehidin verilmiş olmasıdır. İkinci olarak saldırının zamanlaması, yani AKP’nin yüzde 50’lik seçim zaferinin hemen ardından ve Öcalan’ın “devletle barış konseyi kurulması için anlaştım” demesinin nerdeyse ertesi günü gerçekleşmiş olması kuşkuları artırıyordu.
PKK’nın gündemi belirlediği her olayın peşinden Ergenekon saptamaları yapmayı neden “ucuz” bulduğumu sözünü ettiğim yazıda açıklamaya çalışmıştım. Arzu edenler şu linkten o yazıya ulaşabilirler: http://haber.gazetevatan.com/pkkergenekon-iliskisi/375773/4/Haber
Sorular
Silvan olayına dönecek olursak, saldırının ilk günlerinde “derin PKK” analizleri iyice baskındı. Fakat son birkaç günde Cengiz Çandar (Radikal), Aslı Aydıntaşbaş (Milliyet) ve Yalçın Akdoğan (Yeni Şafak’ta Yasin Doğan müstearıyla) bu tür değerlendirmelerin yanlış, anlamsız veya lüzumsuz olduğu yolunda yazılar kaleme aldılar.
Tekrara düşmemek için bir-iki farklı olguya değinmek ve bunları birer soruyla tartışma gündemine taşımak istiyorum:
1) Madem PKK içinde “derin” yapılar çok güçlü, neden Silvan gibi bir saldırıyı seçimlerden sonra değil de önce tezgahlayıp AKP’yi daha zor bir duruma sürüklemeyi tercih etmediler?
2) Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan, Mustafa Karasu gibi üst düzey yöneticiler arasında yıllardır iddia edildiği gibi çok derin görüş ayrılıkları varsa ve yine iddia edildiği gibi bunlardan herbiri, farklı bir iç ve/veya dış odağın güdümündeyseler PKK nasıl oluyor da birlik ve beraberlik içinde yoluna devam edebiliyor?
3) Türk medyasına sadece Karayılan konuşup nispeten “ılımlı” mesajlar verirken Bayık ve diğerlerinin Kürt medyasında “daha sert” konuşmaları PKK içinde görüş ayrılıklarına mı, yoksa incelikli bir stratejiye mi işaret etmektedir?
Tek PKK varmış gibi
Evet PKK’nın tarihi örgüt içi iktidar savaşları, çatışmalar ve kanlı tasfiyelerle geçmiştir, örneğin son olarak Türkiye’de Hikmet Fidan, Kuzey Irak’ta Kani Yılmaz farklı örgütlenmelere gittikleri için öldürülmüşlerdir, fakat Öcalan’ın yakalanmasının ardından, Osman Öcalan, Nizamettin Taş, Kani Yılmaz, Hıdır Yalçın gibi ağır isimlerin dahil olduğu PWD kopuşu haricinde PKK, tarihinin en sakin dönemlerinden birini yaşıyor. PKK üst düzey isimlerinden bazıları birtakım derin odaklarla içli dışlı olup onların bazı taleplerini yerine getiriyor olsa bile örgüt bunların doğurabileceği tahribatı en alt düzeye indirebiliyor.
Dolayısıyla oturduğumuz yerden, “zaten tek PKK yok” türü basit analizlerle örgütün iç kavgalar yoluyla kendi kendisini tüketmesini beklemek yerine tek bir PKK varmış gibi düşünüp ona göre hareket etmek daha akılcı olacaktır.
Post-Ergenekon akılları
Sadece PKK’nın eylemlerini değil, hükümeti bir şekilde rahatsız eden her türlü toplumsal hareketliliüi bir şekilde Ergenekon’la ilişkilendirme saplantısının demokrat kimlikleriyle tanıdığımız ve sevdiğimiz bazı aydınlarda da görünmesi iyice rahatsız edici boyutlara vardı. Öyle ki değil eylemler, niyetler de sorgulanır oldu. Bu noktada en çarpıcı örnek, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmalarını meşrulaştırmak için “post-Ergenekon süreci” diye bir kavramsalaştırmaya giden Etyen Mahçupyan’dır.
Mahçupyan dün Zaman’daki köşesinde solcuları Beşiktaş’ın Çarşı grubundan öğrenmeye davet etti. Şener-Şık olayını şaşırtıcı bir şekilde şike soruşturmasıyla, özellikle onun Beşiktaş ayağıyla aynı kefeye koyan Mahçupyan, Çarşı bildirisindeki “Diyoruz ki, arının... Temizlenin... Masumiyetinizi sadece yargıya değil bizlere de kanıtlayın. Sizi kucaklayalım. Coşkuyla gücünüze güç katalım. Ama siz de arınıncaya, temizleninceye ve masumiyetinizi kanıtlayıncaya kadar Beşiktaş’la aranıza mesafe koyun. Beşiktaş’a yapılacak en büyük iyilik budur” cümlelerini, bizlerin, yani Nedim ve Ahmet’in arkadaşlarının, onlar için kurmamızı bekliyor.
Ben iki olay arasında hiç ama hiçbir benzerlik görmüyorum. Basılsın ya da basılmasın, yazdıkları kitaplar nedeniyle tutuklanan arkadaşlarının özgürlüklerini savunan gazetecileri futbol takımı taraftarlarıyla eş tutmak hangi akla ve vicdana sığar?
Neyse, eğer Mahçupyan da uygun görürse bir hakem tutalım ve onu görüşüne itibar edelim. Benim hakem önerim Rıdvan Akar olacak. Mahçupyan’ın, öve öve bitiremediği o Çarşı bildirisini bizzat kaleme almış olan Rıdvan’a, sanırım, herhangi bir itirazı olmayacaktır.
Tabii bu arada Rıdvan’ın, Mahçupyan’ın her fırsatta hakaret ettiği solculardan biri olması ve hatta Ahmet ile Nedim’le dayanışmak için yaptığımız son gösteride basın açıklamasını okumuş olması gibi ilginç bir durumla karşı karşıyayız.
Yarın: “Silvan saldırısı, 1993’teki Bingöl saldırısına benziyor”