PKK hakkında doğru bilinen yanlışlar 3

Haberin Devamı

“Terörle mücadele ordunun elinden alınıp polise verilmeli”

Başlıktaki cümleyi önceki gün Vatan’da yer alan, Prof. Sedat Laçiner’le yapılmış mülakattan aldım. Son yıllarda hep karşımıza çıkıyor: Hemen her etkili PKK saldırısının ardından Güneydoğu’da görev yapan askerlerin durumu masaya yatırılıyor, bir dizi hata, eksik ve yetersizliğin altı çiziliyor ve genellikle sorunların “profesyonel ordu” ile çözülebileceği söyleniyor. Bu arada ordunun profesyonelleşmesinin de yeterli olmayacağını düşünüp yerini bütünüyle polise bırakmasını önerenler de var ki Prof. Laçiner, bu tezin önde gelen savunucularından biri.

Sorunun “profesyonel ordu” veya “özel eğitilmiş polisler” tarafından çözülebileceği iddiası başlangıçta kulağa doğruymuş gibi geliyor ama yanlış. Yanlış, çünkü her iki önerme de kalkış noktası olarak PKK ile mücadeleyi esas olarak bir “güvenlik sorunu” olarak görme yanlışını alıyor. Halbuki karşımızda siyasi ve kültürel yönleri çok daha baskın olan bir sorun (Kürt sorunu) ve Kürtler içinde alabildiğine kök salmış ve sahiplenilen bir örgüt (PKK) var.

Ortada gayri nizami bir çatışma varsa ve bunun esas alanı Güneydoğu Anadolu ve onun kırsal alanıysa, söz konusu çatışmanın seyrinde tarafların askeri güçleri kadar, hatta belki de ondan daha fazla, söz konusu bölgede yaşayan insanların tutumları belirleyici olacaktır. Yaklaşık 30 yılda onca kayıp vermesine rağmen PKK’nın hâlâ güçlü bir şekilde varlığını sürdürebilmesindeyse asıl olarak bu toplumsal destek faktörü etkili olmuştur.

Diyelim ki PKK ile mücadele ordudan alınıp polise verildi, ne olur? Bu soruyu yakın geçmişteki “özel timler” deneyimine bakarak cevaplamaya başlayalım. Uzun uzun anlatmaya gerek yok, özel timler bu ülkenin hafızasında genellikle olumsuz izler bırakmıştır. AKP hükümetinin acı deneyimlerden ders çıkarttığını ama özel timlerin tepeden tırnağa yenilenmesinin tam anlamıyla gerçekleşemediğini görüyoruz. Ama eğer ordunun rolü polise devredilecekse herhalde öncelik yine özel timlere veya benzer yapılanmalara verilecektir. Sayıca nispeten az olmalarına ve yetki alanları sınırlı olmasına rağmen nice hataya imza atmış olan özel timlerin (veya benzer yapılanmaların) sayıları iyice artıp yetki alanları alabildiğine genişleyince ne yapacaklarıysa tam bir muammadır.

Polisin askerin yerini alması durumunda olabilecekleri tartışmak için emniyet güçlerinin şehirlerde PKK ile mücadelede gösterdikleri performansa bakmak da isabetli olacaktır. Genel olarak bakılacak olursa çok geniş imkanlarla donatılmış olan polisin, PKK’nın kentsel alanlarda, özellikle de büyükşehirlerdeki faaliyetlerini büyük ölçüde kontrol altına almış olduğunu görüyoruz. Fakat buna rağmen PKK’nın veya ona bağlı taşeronların etkili terör eylemleri (genellikle intihar saldırıları) düzenleyebildikleri de bir gerçek.

Polisin kentlerdeki “kör terör” eylemlerini en aza indirgemesi artı hanesine yazılabilir ama toplumsal olayları kontrol etme noktasında pek başarılı olduğu söylenemez. Bu noktada, emniyet güçlerinin, uzun çalışmalar sonucunda hayata geçirmiş oldukları ülke çapındaki KCK operasyonları projesinin tam anlamıyla bir fiyasko olduğunu vurgulamalıyız. 2009 yerel seçimleri arifesinde başlatılan ve DTP’nin o seçimlerden zaferle çıkmasını cezalandırırcasına abartılarak sürdürülen KCK operasyonlarında yüzlerce seçilmiş belediye başkanı, parti yöneticisi ve sivil toplum aktivisti gözaltına alındı, çoğu tutuklandı.

Bu operasyonun amacı PKK’nın toplumsal bağlarını ortadan kaldırmaktı, ama tam tersine bir sonuçla karşılaştık: Güvenlik güçlerinin budadığı dallar daha gür açtı ve PKK toplumsal destek bakımından tam bir zirve yaptı. Polis KCK operasyonlarını, bir zamanlar TSK’nın sıklıkla yaptığı gibi bir “toplum mühendisliği projesi” olarak görüyordu. Ama teknolojik imkanlarına fazlasıyla güvendikleri, buna karşılık gerek toplumu, gerekse PKK’yı gerçekten tanımadıkları için tam bir faciaya sebep oldular.

Sonuç olarak, bugün PKK ile mücadelenin ordudan alınıp polise verilmesi önerisi özünde doğrudur. Ama bu öneriyi getirenler, “askerin mücadelesi”nin yerine “polisin mücadelesi”ni değil “asker”in yerine “polis”i koymak istiyorlar.

Özetle, PKK ile mücadele üniformaları değil kafaları değiştirerek başarıya ulaşabilir.

***


Öcalan’ı beklerken

Öcalan önceki gün avukatlarıyla kritik bir görüşme yaptı. Bugün PKK’ya yakın internet sitelerinde yayınlanması beklenen görüşme notlarında Öcalan’ın, aynı gün yaşanan Silvan saldırısı ve demokratik özerklik ilanı üzerine söylemiş oldukları merakla bekleniyor. Arkadaşımız Kemal Göktaş’ın haberine göre, Öcalan Silvan saldırısını alenen eleştirip kınamamış ve “Hem asker hem gerilla ölümlerine çok üzülüyorum. Bana göre hem askeri hem gerillayı yakan aynı ateştir” demiş. Bu hiç şaşırtıcı bir durum değil. Öcalan İmralı’dan yaptığı açıklamalarda PKK’yı “soyut” ve “genel” konularda acımasızca eleştirirken “somut” ve “özel” durumlar, özellikle silahlı eylemler söz konusu olduğunda daha ortayolcu bir tutum benimser. Bunun bir nedeni hiç kuşkusuz dışarda PKK’yı yöneten kadrolarla arasını iyi tutmak istemesidir. Ama daha önemlisi, 1999’dan beri hapiste bulunan Öcalan’ın devletle görüşmelerinde başta gelen kozu silhalı mücadeledir ve bunu terk etmeye de pek hazır gözükmüyor. Tüm ülkede büyük bir şok yaratan Silvan saldırısına “serinkanlı” yaklaşan Öcalan’ın, demokratik özerklik ilanını sert bir şekilde eleştirmiş olduğunu tahmin ediyorum. Bunu da, yasal ve yarı-yasal platformda faaliyet gösteren kadroların kritik birçok projesini, daha yolun başında boğmuş olmasından hareketle söylüyorum. Kaldı ki Öcalan’ın görüşlerini biraz takip edenler, DTK’nın özerklik ilanının, onun talimatlarına pek uygun olmadığını kolaylıkla anlayabilirler. Öte yandan bu tek taraflı ilan, muhtemelen devletle yürüttüğü pazarlıklara olumsuz etki yapmıştır.

YARIN: ‘KOMUTANLAR İÇERDE OLDUĞU İÇİN ASKER ZAAF GÖSTERİYOR’

DİĞER YENİ YAZILAR